|
 |
Halk Şairleri ve Aşıklar
Kars bir sınır kenti olarak birçok kültürün etkileşim alanında kalmış, yöreye çeşitli zamanlarda
birçok Türk oymağı yerleşmiştir. Bu nedenle çok zengin ve renkli bir folkloru vardır. Türk oymaklarıyla
gelen öğeler, yörede yaşanan savaşlar, kıyımlar, doğal olaylar, yaşam koşulları
karşısındaki halkın duyguları halk edebiyatı ürünlerine yansımıştır.
Aşık edebiyatının yörede çok köklü bir geleneği vardır. XV. Yüzyıldan başlayarak yetişen
pek çok ozan Doğu Anadolu Bölgesinde ve Azerbaycan'da etkili olmuştur. Dede Korkut Hikayeleri günümüzde de yaşamakta,
aşık toplantıları, atışmaları, halk öykücülüğü canlılığını
korumaktadır. Yörenin Türk oymaklarından değişik renkler taşıyan çok zengin bir ortak ürünler
dağarcığı vardır.
Halk Şairleri ve Aşıklar
Altay Türklerinin kam, Kırgızların baksı yada bakşi, Oğuzların ozan dedikleri, halk edebiyatının
en eski temsilcileri zamanla değişikliklere uğrayarak. Dede Korkut hikayelerinde Korkut Ata kimliğinde
ortaya çıkar. Daha sonra XV. Yüzyıl ortalarında Anadolu Türk Beylerinin saraylarında ozan-çalgıcıların
yerini aşıkların aldığı görülür. Kars'ta aşıklık geleneği tüm özellikleriyle
günümüzde de sürmekte ve yörede pek çok halk ozanı yetişmektedir.
Kars'la, Ramazan'da ve uzun kış gecelerinde ya da eğlence ve düğünde aşıklar, ustalardan ve
kendilerinden deyişler çalıp söyler, halk Öykülerini anlatır, atışmalar düzenler, muammalarla birbirlerini
sınarlar. Bu toplantılarda Dede Korkut Hikayeleri yanında, Aliyar, Cihan Abdullah, Asuman ile Zeycan, Arzu
ile Kamber, Kerem ile Aslı, Latifşah, Kiziroğlu, Saraçoğlu, Yaralı Yusuf gibi halk öyküleri anlatılır,
dersler çıkartılır.
Efsaneler
Kars söylencelerinde masalsı öğelerin ağır bastığı görülür. Yörede Orta Asya kökenli gök
kültünden kaynakların pek çok söylenceye rastlanır. Bunların oluşması ve yaşamasında günümüzde
de anlatıla gelen Dede Korku! hikayelerinin etkili olduğu görüşü vardır. Karsın 40 km doğusunda
yer Ani ören yeri için de birçok söylence anlatılır. Söylencelerde gök kültüne ilişkin motiflerle Ani kaynaşmış
gibidir. Yöredeki yaygın söylencelere birkaç örnek:
Kar-Su (Kars) Kalesi'nin Adına İlişkin Efsane
Orta Asya'daki Horasan' dan yola çıkan Türk boyları bir ilkbahar sabahı günümüzdeki Kars Kalesi önüne gelirler.
Karlar yeni yeni erimekledir. Karadağ'ın güneyindeki göl yeri, gerçek bir göl görünümündedir. Karadağ'da ve
İçkale'de kar, dişkale eteğinde eriyen karların oluşturduğu bir göl vardır. Kalenin altından
geçen çay, bahar selleriyle kabarmıştır. Gelenler bu güzellikten etkilenir. Kaleyi ele geçirdiklerinde buraya
Kar-su Kalesi adını verirler. Bu ad Kars Kalesi'ne dönüşür.
Ani Kuyusu'nda Kışlayan Bulut Ejderhası Efsanesi
Ani yöresinde tahıl sakla ma kuyuları vardır. Bulut ejderhalarının komik yerleri olan bu kuyulardan
birine, bir adam düşer. Cezasını çekmek için yeryüzüne gönderilmiş bir ejderhayla karşılaşır.
Ejderhanın gözleri alev alev yanmaktadır. Adam bir köşeye sığınır. Ejderha onu görür ona
bir şey yapmaz. Öğlen olunca ejderhaya gökten ak bir yumak biçiminde yiyecek iner. Ejderha bunun bir parçasını
adama verir, gerisini yutar. Bu böyle sürüp gider. İyi beslenen adamın saçı sakalı uzamış, vücudu
kıllanmıştır. Aradan kırk gün geçer. Arlık sabrı kalmayan adam ne olacaksa olsun deyip
haykırmaya başlar. Ejderha başını sallar, biraz daha sabretmesini işaret eder. Bir süre sonra
gökten bir zincir sallanır. Ejderhanın cezası bitmiş, göğe dönme zamanı gelmiştir. Adama
kuyruğuna tutunmasını işaret eder. Adam denileni yapar, kuyudan çıkınca kuyruğu bırakır
ve kurtulur. Evine dönüp olanları anlattığında, bir ermiş gibi karşılanır. Ejderhaların
Ani'deki yumuşak kayalara oyulmuş kuyularda kışladıkları inancı yörede yaygındır.
Ani'nin yıkılışına ilişkin Efsane
Ani Nuşirevan'dan sonra Müslümanların, bir süre sonra da Kıllı Ohan adlı bir Ermeni Kralının
eline geçer. Kıllı Ohan çok zalim bir kraldır. En ufak bir nedenle ortalığı yakar, yıkar,
insanları öldürür. Böylece zamanında bayındır bir şehir olan Ani yıkıntıya döner.
Kıllı Ohan'ın koyduğu yasalara göre kentte evlenen gelini önce krala getirecek, kral onunla bir gece geçirdikten
sonra eşine verilecektir. Bu yasa Müslümanlara çok ağır geldiğinden ne oğlan evlendirir nede kız
götürürler. Günün birinde şehrin ileri gelenlerinden Odabaşıoğlu ölmeden oğlunu evlendirmek ister.
'Nasıl olsa bir çaresini bulurum" düşüncesiyle toy — düğün kurar. Oğlunu güzel bir kızla evlendirir.
Kayınvalide gerdek odasını hazırlamıştır. Ocak yakılmış, rafa mayalı
hamur konmuş, yeni doğan kuzuyla anası da odaya alınarak önlerine su ve taze ol konmuştur. Bu sırada
Odabaşıoğlu'nun oğlunu evlendirdiğini duyan Kıllı Ohan hazırlanmış, kızı
beklemektedir. Gece olduğu halde gelinin gelmediğini görünce öfkelenir. Adam gönderip Odabaşıoğlu'nu
çağırtır.
Oğlu, geline karşılık tüm servetini ortaya koyarsa da Kıllı Ohan'ı razı edemez. Odabaşıoğlu'nun
direndiğini gören kral meydanda asılmasını buyurur. Odabaşıoğlu idam sehpasının
yanında ayağını yere vurarak haykırır: "Ey Ani, bu zulüm ile yaşayacağına bat,
yıkıl." Daha sözü biterken şehrin altı üstüne gelir.
Aradan yıllar geçer IV. Murat döneminde baş kaplan olan Murat Reis , son çıktığı seferden dönmüş,
padişahın sofrasına konuk olmuştur. Başından geçen ilginç olayları anlatırken Serendip
Denizi'nde gördüğü bir ejderhadan söz eder. Ejderha, günde üç kez denizden çıkıp ormandaki filleri yutmaktadır.
IV. Murat buna inanmaz öfkelenir. Murat Reis üzülmüştür. Şehzade ve sır katibiyle aynı yere gidip, onların
da olanları gözleriyle görmesini önerir. IV. Murat kabul eder.
Serüvenli bir yolculuktan sonra Serendip'e varıp Murat Reis'in anlattıklarının gerçek olduğunu görürler,
gördüklerini seyir defterine yazıp, mühürlerler. Oradan ayrılacakları sırada çapayı bir türlü attıkları
yerden kurtaramazlar. Murat Reis dalıp ne olduğunu anlamak ister. Biraz derine indiğinde, kuru bir düzlük görür.
Düzlükte üç kaili bir ev vardır. Çapa evin pencerelerinden birine takılmıştır. Çapayı kurtarmaya
çalışırken genç bir adam onu içeri buyur eder. Odada ocak yanmakladır. Rafta mayalı hamur, yeni doğmuş
bir kuzuyla anasının yanında su ve ot bulunmaktadır. Delikanlı karısına seslenerek konuğa
yiyecek getirmesini söyler. Bu arada çok meraklanan Murat Reis delikanlıdan gördüklerini açıklamasını
ister. Delikanlı Odabaşıoğlu'nun oğludur. Ani , alt üst olduğunda kendisini karısıyla
birlikte bu evde bulmuştur.
Delikanlının hala Kıllı Ohan'dan korktuğunu gören Murat Reis, artık böyle bir kişinin yaşamadığını
söyler. Bu arada karısı gemidekiler için kırk, padişah için yedi ekmek yapmıştır. Murat
Reis bunları alarak gemiye döner. Başından geçenleri anlatır. İstanbul'a vardıklarında
IV. Murat başlarından geçenleri ilgi ile dinler. Murat Reis söylediklerinin kanıtı olarak ekmekleri verir.
Ekmekler, aradan aylar geçmesine karşın taze ve fırından yeni çıkmış gibi sıcaktır.
Urum Papa'nın Yedi Olmaz İşine İlişkin Efsane
Bir zamanlar Ani'de Urum Papa adlı biri yaşamaktadır. Bu adam bir gün Ani'nin yaylağı Alacadağ'da
yatmaktadır. Yedi yılda bir sağ dirseği üzerine abanıp doğrulmakta, yedi olmaz iş sayıp
"Yok" yanıtını alınca yemden uzanmaktadır. Bu yedi iş şöyledir. "Göğe direk dikildi
mi?", "Katır doğurdu mu?", " Denize köprü kuruldu mu?" , "Yumurtaya kulp takıldı mı?", "Deveye nal
çakıldım!?", " Ölü dirildi mi ?", " Ani şeneldi mi?". Tüm bu olmaz işler gerçekleşirse Ani şenlenecektir.
İnanışa göre bunlar olmayacağından Ani kıyamete değin insan yüzü görmeyecektir.
Üç Oğuz Kardeşler Efsanesi
Çıldır ve Ardahan' da çok yaygın olan bu söylence de Dede Korkut Hikayeleri'nin belirgin izlerini taşımaktadır.
Çok eski dönemlerde Ardahan suyu boylarında Çıldır Gölü yakınındaki dağlarda, iri yapılı
Uğuzlar yaşamaktadır. Bunların üç beyi vardır. Bunların üçü de kardeştir. Büyüğü Ağca
Kale'de, ortancası Taşköprü' de , küçüğü de Uğuz Çayırı'nda kışlar. Yazın da
büyüğü Akbaba Dağı'na, ortanca Kısır Dağı'na, küçükse Uğuz Dağı' na yaylaya
çıkar. Büyüğü halka çok zulmeder, ortancası göle taşı doldurur, deryaya köprü kurmak isler, küçükse
Uğuz Dağı'nın doruğuna kale yaparak, tanrılık iddiasıyla göğe merdiven kurmak
neve sindedir. Bu kardeşlerin zulmü ve büyüklenmesi Allah'ı kızdırır, üç kardeşi de Uğuzlarla
birlikte yok eder. Ağca-Kale yerle bir olur, köprü ve kule bitirilmeden yıkılır.
Geçmişten günümüze, günümüzden gelecek yıllara uzanan insanlığı aydınlatan ozanlar olacaktır.
" Dolayısıyla bir ülkenin türkülerini yapanlar o ülkenin yasalarını yapanlardan daha güçlüdürler."
AŞIK sözcüğünün kelime anlamını inceleyecek olursak; Aşık, çekici bir nesneye karşı
tutkusu olan ve aşırı derecede seven kimse. – Saz veya Tambura çalarak şiir okuyan gezgin halk şairi,
- Dalgın ve unutkan kimse - Karşı cinsten birine aşkla bağlı olan kimse - sevişen kadınla
ile erkeğin, çoğunlukla erkeğine verilen ad –
Tasavvufta Aşık , bütün sevgisini Tanrıya adamış ve her tür dünya nimetlerinden elini çekmiş
kalender insan anlamında kullanılır.
Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde, yıllar öncesinden günümüze saz çalarak kendisinin veya başkalarının
şiirlerini söyleyen kimselerin halk arasındaki adıdır. Ardahan – Kars ve Iğdır yöresinde,
AŞIK dendiğinde akla gelen HALK OZANI 'dır.
XX. yüzyılın başlarına kadar önemli bir mesleki sınıf olarak yaşayan aşıklar,
İmparatorluğun sosyal yapısı içinde belli sınıflarının sanatsal zevkine hitap etmekteydiler.
Aşıklar halkın toplu bulunduğu yerlerde, Kahvelerde, Kars'taki Aşıklar kahvesi'nde olduğu
gibi, kervansaraylarda, şenliklerde, kışlalarda ve konaklarda doğaçlama olarak şiir söyler, atışır
yada halk hikayeleri anlatırlardı.
Aşıklar çoğunlukla hem saz çalar, hem de şiir söylerdi. Ancak Seyrani, Talibi ve Coşkun gibi saz
çalmayan aşıklarda vardı. Geleneğe göre aşıklar saz çalıp şiir söylemeyi ya bir Mürşit'ten
veya Hızır'dan yada Çoğu zaman rüyalarında öğrenirlerdi. ‘Pir bade verir.'
Saz şairleri İrtical adı verilen, herhangi bir konu üzerine kafiye ile bir manzume söyleme yeteneğine
sahiptirler. Aşıklar çeşitli devirlerde BOZUK, KUBAZ, KARA DÜZEN ve TAMBURA gibi çalgılar kullanmışlardır.
XVII. XVIII. yüzyılda çoğunlukla çöğür çalan aşıklarımız günümüzde ise uzun saplı
divan sazı kullanmaktadırlar.
Şeref Taşlıova | Murat Çobanoğlu
Aşıklar Divanı ve Atışmalar
Konu Türü: Aşıklar genellikle aşk, din, güzellik, insan ve sevgi gibi konuları gönül sesleriyle dile getirirler.
Açılışı takip eden aşıklar, ilk açılan konu etrafında olmaya özen gösterirler. Bir
aşık sorulu bir ayak açmışsa diğer aşık cevap vermek zorundadır. Ancak, ayak açan
aşığın hoşgörüsüne sığınarak sorulu ayak, sorulu ayakla da mukabele edilebilir. Bir
taraftan açıklama yaparken diğer bir taraftan aynı kafiye ile soru yöneltebilir.
Aşıklık geleneğinde önemli yeri olan Kars, Ardahan'da ; Divan, Tecnis, Muhammez ve benzeri türler mutlaka
açılır. Dudak deymez' de (Lebdeğmez) genellikle yapılır. Dudak değmez; Dudakların arasına
bir topluiğne konarak saz eşliğinde aşığın türküsünü söylemesidir. Diğer bölgelerde
ise koşma tipi düz atışmalar yapılmaktadır.
Atışma Sırası: İlk açılış, genellikle yaşlı ve usta aşıklar tarafından
yapılır. Bu gösterilmesi gereken bir hürmettir. Ancak bazen misafir aşığada öncelik sırası
verilir. Bazen de isteyen aşık, “Ben açmak istiyorum” diyerek sırayı alabilir. İlk açılıştan
sonra ayak alma sırası, bazen belli bir sıraya göre, oturuş sırası olabilir. Bazen de isteyen
aşık sıra alarak atışmalara devam eder.
Ayak Kafiyesi : Aşık açılan ayakta bir kafiyeyi ancak bir kere kullanabilir. İlk ayağı açan
ortalama üç kıta söyler. Bu genel bir teamül haline gelmiştir. Bir atışma ortamında aynı ayağın
bir daha açılmamasına titizlikle dikkat edilir.
Atışmaya Başlama ve Süreç : Atışma yapılmadan önce aşıklarla irtibat kurarak atışma
günü ve yeri tespit edilir. Genellikle atışmalar gece yapılır. Gönül sohbeti bir girizgah konuşmasıyla
başlar. Girizgah konuşması yine hürmet prensibine göre sırayla yapılır. Sonrasında atışma
başlar. Bu atışmalar anlamlı sözlerle dolu olduğu gibi, kafiyeli, birbirini incitmeden kızdırarak,
bazen gönül okşayarak her mısrası ilgiyle ve hararetle dinlenir. Bazen bu atışmalar birkaç saat sürebileceği
gibi bazen de bir galip bulunarak atışmaya son verilir.
BAĞLAMA NEDİR ?
Bağlama ve Ailesi sazlarını tanıyabilmek için önce bu sazların atası olarak bilinen KOPUZ`un
tanınması gerekiyor.
İnsanlar, su kabağının üst kısmına ince deriler gerdirip sap ilave etmişler ve kiriş
tellerini deri üzerinden geçirmek sureti ile sesin daha net çıkmasını sağlamıslar. Yay ile çalınanlara
"IKLIĞ" parmak veya mızrap türünden maddelerle çalınan türlerine de "KOPUZ" adını vermisler.
IKLIĞ yaylı sazların, KOPUZ ise mızraplı sazların atası olarak bilinmektedir. Kopuz, sonraları
su kabağı yerine armudumsu şekilde ağaclardan oyularak yapılmış, üzerine yine deri gerilmiş,
kiriş teller takılarak uzun yıllar çalınmış, daha sonraları da derinin yerini ağaç
(göğüs-ses tablosu), kiriş tellerinin yerini ise metal teller almıstır.
Mızraplı sazların atası alarak bilinen Kopuz, Türklerin en eski sazlarından biridir. En az 1500 yıl
kullanılmış olan bu ünlü mızraplı saz, bugün yerini Anadolu`da bağlama ve ailesi sazlarına
bırakmış olmakla beraber, Orta Asya ve Sibirya Türkleri tarafından halen kullanılmaktadır.
Bağlamanın ses sahası 2,5 oktav olup, ses tablosu üzerine yapıştırılan ilave perdeler ile
ses sahası 3 oktava kadar da çıkarılabilir.
MEYDAN SAZI
Meydanlarda çalınmasından dolayı Meydan Sazı denilmistir. 12 teli bulunması nedeniyle bazı yörelerde
12 telli sazda denilmektedir. Meydan sazı bağlama ailesinin en büyük sazıdır. La sesine akort edilir.
Form boyu 52,5cm, sap boyu 70cm, tel boyu 112cm, form eni ve derinliği 31,5cm dir. En ince teli 0,35 - 0,40 numaradır.
Çoğunlukla kalın bam telleri kullanılır.
DİVAN SAZI
Meydan sazından biraz daha küçüktür. Dokuz telli yada yedi telli olarak kullanılabilir. Meydan sazından dört
ses daha tiz akort edilir. Form boyu 49cm, sap boyu 65cm, tel boyu 104cm, form eni ve derinliği 29,5cm dir.
ÇÖĞÜR
Divan sazına yakın büyüklükte 9 ile 6 tel takılmakta ve 15 kadar perdesi bulunmaktadır. Akordu alt iki
tel (La), orta iki tellerin birisi (La) diğeri ise (Re), üst teller ise (Sol) sesine akort edilir. Çöğür ile; Nefes,
Ayin ve Semai gibi havalar çalınır. Bugün daha çok curası kullanılmaktadır. Çöğür Curası,
çöğürün bir oktav daha tizi ve küçüğüne denir.
BAĞLAMA
Adını alan ailenin temel sazıdır. 17-24 perdesi vardır. Meydan sazından bir oktav, Divan Sazından
ise beş ses daha tizdir. 6-9 tel takılır. Alt telleri(La) sesine akort edilir. Düzen değişikliklerinde
orta ve üst tellerin akortları değiştirilir. Form boyu 42cm, sap boyu 55cm, tel boyu 88cm, form eni ve derinliği
25cm dir.
Bağlama, yapım itibarı ile sert ve zamanla şekil değiştirmeyen ağaçlardan imal edilir.
Bunların yumuşak ağaç olmalıdır. Genellikle Dut, Gürgen, Kestane, Ardıç, Karaağaç, Ceviz
gibi ağaçlardan yapılır.
Göğüs bölümünde kullanılan ağaçlar ise akustiği daha güzel elde etmek için Köknar, Çam, Ladin gibi ağaçlarlardır.
Bağlamanın sap kısmında ise Gürgen, Ak Gürgen, Ardıç veya Ceviz gibi sert ağaçlar kullanılır
Bağlamada ses çıkarabilmek için gövdesini sağ dizimizin üzerine koyar ve mızrapla (tezene) tellere dokunuruz.
Perdelere basarakta değişik nota seslerini elde ederiz.
Bunun yanında bağlamanın tellerini çeşitli seslere göre ayarlamaya Düzen denir. Düzenler bir ezginin bağlamadaki
gerek tavır ve gerekse çalınış özelliğini ifade eder. Aynı ezgiyi başka bir düzenle icra
edebildiğimiz halde esasen ahengi değişir. Bazı ozanlarımız kendilerine göre düzenler kullanmışlardır.
Zaten düzen adlarının bir kısmının ozanlarımızın isimlerini aldığını
görmekteyiz. Bağlama ‘ da düzenleri yedi ayrı şekile ayırabiliriz :
Normal Düzen ( Bozuk Düzen veya Kara Düzen dendiği de görülmektedir )
Bağlama Düzeni ( Aşık Veysel Düzeni veya Veysel Düzeni dendiği de görülmektedir )
Misket Düzeni
Fidayda Düzeni
Müstezad Düzen,
Abdal Düzeni ( Bazlak veya Avşar Düzeni dendiği de örülmektedir )
Cura Düzeni
BOZUK
15-18 perdesi vardır. Üçerli gruplar halinde 9 tel takılır. Bağlama ebatlarındadır. Ortaya iki
sarı ve bir ince çelik tel, üste ve alta ise birer kalın sarı ve ikişer çelik tel takılır. Sarı
teller çelik tellere göre bir oktav daha pest akort edilir.
Genellikle Güney ve Ege yörelerimizde bozuk olarak bilinir ve çalınır. Bozuk düzeni oldukça yaygındır.
Akortları ise alt(La), Orta(Re) ve üst (Sol) seslerine düzenlenir.
ASIK SAZI
Aşıkların ( Halk Ozanlarının ) çalmış oldukları bağlamaya aşık sazı
denilmekdetir. Normal bağlamaya göre sapı daha kısadır. 13-15 perdesi vardır. Dip perdesi (Re) değil
Do`dur. 6-9 telli olarak kullanılır.
TANBURA
Bağlamadan daha küçüktür. Divan sazından bir oktav tizdir ve divan sazının curası olarak bilinir.
Bağlamadan da dört ses daha tizdir. Alt(Re) orta(Do) seslerine akort edilir. Form Boyu 38cm, sap boyu 50cm, tel boyu
80cm, form eni ve derinliği 22.8cm dir.
CURA
Bağlama ailesinin en küçük sazıdır. 7-16 perdesi 3-6 teli bulunmaktadır. Genellikle altı tellidir.Üç
tek telli veya allta iki, ortada iki, üstte ise tek telli olanlarının yanı sıra iki telli olanlarıda
vardır. Bağlama ve Bozuk düzenlerine akort edilir. İki telinin akort düzeni alt tel(La) üst tel(Re) dir.
BAĞLAMA CURASI
La sesine akort edilir. Bağlamadan bir oktav tanburadan ise beş ses tizdir. Form boyu 26,5cm, sap boyu 35cm, tel
boyu 56cm, form eni ve derinliği 15,5cm dir.
TANBURA CURASI
Re sesine akort edilir. Tanbura`dan bir oktav, bağlama curasından dört ses daha tizdir. Form boyu 22,5cm, sap boyu
30cm, form eni ve derinliği 13,5cm dir.
|
 |
AŞIK ŞENLİK
Asıl adı Hasan olup 1850de Çıldırın Suhara Yakınsu köyünde doğmuştur. Terekeme Karapapak
boyundandır. Karapapak agzını en yetkin biçimde kullanan şenlik, 14 yaşında kuş avcılığı
yaparken dere boyunda uykuya kalmış,, düşünde AŞK badesini içmiş, Kalkınca şiir söylemeye
başlamş. 19 yaşında iken Ahilkelekin Lebis köyünden Aşık Nuriden saz çalmayı öğrenmiştir.
Kars, Ahıska, Borçalı, Tiflis, Gümrü ve Revanı, dolaşmış, çağının birçok aşığıyla
karşılaşmalar yapmıştır.
Dinleyin ahbaplar, yaran yoldaşlar
Bir sağalmaz derde düstüm bu gece...
dizeleriyle şenlik hayatına başlayan ozan, güvenlidir. Dil olarak ağdalı bir dil kullandığı
görülse de, çağının ozanlarında genel olarak görülen bu durum, salt şenlik için eleştiri konusu
edilebilecek bir özellik değildir. 1877-1878 Osmanli-Rus savaşının olduğu dönemde şenlik kahramanlık
destanlarıyla, koçaklamalarıyla yöredeki milis kuvvetlerin direnç kaynağı olmuştur. Karsın Ermenilerle
dolu olduğu günlerde, Çıldırdan Karsa gelen Aşık Şenlik, durumun kötü olmasından, geri
döner. Dönerken yolda arkasında süvarileriyle, bir Rus Generali rastlar. Kendisinden vaziyet hakkında ve Rus Çarlığını
mı, yoksa Osmanlıların yanında mı yer alacağını soran Rus generaline şu yanıtı
verir; Hulusi gabilden bilsen fikrimi Men Allahtan Alosmanı isterem. Merhamet sahibi ol rahmi gani Nesli mürsel hökmü
hani isterem. Süleyman mülkünde berabar duran Muhammet vekili makamı nuran hifsinin ezberi ayeti Kuran Selavatı,
o sulfanım isterem. Alosman sahim var şahlar serveri dilinde salavat zikri ezberi kaftan kafa zirü zeminden beri
hükmetmağa bir tek onu isterem. Emri hak yedinden çekilip kalem varimiş ettiğim yetişti belam mülkünde
saltanat hükmünde alem divanında şevket şanı isterem. Gam günlü şenliğin gönlünün şadı
çıkmaz hatırımdan Alosman adı, Gidif di dünyanın lezzeti tadı mahşer günü bir mekani isterem.
Bunu dinleyen Çarlık Rusyasının generali bu büyük ozanımızı kutlayarak "Eğer Çarlık
Rusyasını istiyorum deseydin, hemen boynunu vurduracaktım. Tam dinine sadıkmışsın." diyerek,
yirmibeş lira da mükafat verir. Zamanın tanınmış bir çok aşıklarıyla karşılaşmalarda
bulunan şenlik, istilacılarla mücadele veren en güçlü aşık olarak bilinir. 1913 yılında, Revanda
hanlar arasında yapılan bir düğünde yapılan atışmalarda da yenilen bu kinli aşıklar,
şenlike bir tuzak kurarak, yemeğine zehir katarlar. Hastalanan Aşık Şenlik, trenle Arpaçaya kadar
gelir, Dilaver köyünde iyice hastalanır ve ölür. Cenazesı Akbabanın Hozu köyüne ve oradan Çıldırın
Suhara köyüne getirilir. Mezari buradadır.
93 KOÇAKLAMASI
Ehl-i islam olan işitsin bilsin,
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Isterse Uruset ne ki var gelsin
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana,
Guşanın kılıcı geyinin donu
Gavga bulutları sardı her yanı
Dağda göç yiğidin şan alma günü
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Gavga günü namert sapa yer arar
Er olan gögsünü düşmana gerer
Cemi ervah bizden meydana girer
Can sag iken yurt vermeniz düsmana
Asker olan bölük bölük bölünür
Sandiniz mi Kars kalasi galinir
Boz atlar üstünde giliç çalinir
Can sag iken yurt vermeniz düsmana
Hele Alosrnanyn görmemis zorun
Din gayreti olan tedarik görün
Al tepip bas kesin Kazaki kirin
Can sag iken yurt vermeniz düsmana
Benesferdir bilin Urusun asli
Orman yabanisi balikçi nesli
Ninzir sürüsüne dalip kurt misli
Can sag iken yurt vermeniz düsmana
Senlik durursuz atlara minin
Siyra giliç düsman üstüne sürün
Artacaktir sani bu Alosmanin
Can sag iken yurt vermeniz düsmana.
Kuzey Azerbaycan kazak Borça’lı bölgesinde Şemsettin hanlığına bağlı olarak yaşayan
Karapapaklar, bu bölgenin 1828 yılında yapılan Türkmençay anlaşmasıyla Rusya’ya bırakılmasıyla
göç etmişler ve Çıldır bölgesine yerleşmişlerdir.
Kadir ağa da onbeş aile ile birlikte gelip Çıldır’ın Karasu denilen bölgesine yerleşmişlerdir.
Karasu daha sonraları Suğara olarak değiştirilmiştir. Kadir ağanın torunu Molla Kadir Aşık
Şenlik’in babasıdır. Tahminen 1850 yılının yaz mevsiminde dünyaya gelen Aşık
Şenlik’in ilk adı Hasan’dır. Çocukluğun da çiftlik ve hayvancıkla uğraşan Şenlik
gençliğinde de avcılığa merak sarmıştır. Yine bir gün avlanmak için gittiği yerde
yağmura yakalanmış ve ıslanmamak için girdiği ot yığınında yağmurun dinmesini
beklerken uykuya dalmış ikinci günün akşamında kendisini arayan babası ve köylüler tarafından
bulunmuştur. Şenlik bitkin bir haldedir. Eve getirilir hasta yatan Şenlik’i köylüler ziyarete gelir.
İçlerinde köy imamı da vardır. Durumunu soran köylülere türküyle cevap vermesi imamın dikkatini çeker.
Şenlik şöyle demektedir;
Rüyayı ölem de yattığım yerde
Neçe yüzmin hayal guşuma geldi
Uğbe üğ çizmine saldı bir ataş
Sevdiğim salatın duşuma geldi.
Aynına geymişti gaflet luzumu
Kör oluban acmayaydım gözümü
Bir tagayyır kefte kördüm özüme
O kadar möhübbetli hoşuma geldi
Şenlik en hekime gettim yüzünen
Bir kelime danıştım bir sözünen
O kadar möhübbetli hoşuma geldi
Şenlik en hekime gettim yüzünen
Bir kelime danıştım sözünen
Hayıfki bakmadın kıyar gözünen
Sürahi gameti karşıma geldi.
Bu sözleri duyan köy imamı bir şeyler olduğunu sezer ve Şenliğe ne olduğunu sorar. Bunun üzerine
ikinci türküsünü söyler.
Yığılın ahbaplar yaren yoldaşlar
Bir sağalmaz derde düştüm bu gece
Hikmet-i pir ile abuı zülalden
Kevser bulağından verdiler dersi
Zahirde göründü arş ile kürsi
Hıfzımda zapt oldu arabi farsi
Lüfat-ı imranı seçtim bu gece
Bu fikirle vasfi halin demeli
Bedirlenmiş gördüm güzel cemali
Tagayır hal oluf şaştım bu gece
Diyerek rüyasında bade içtiğini, şairlik dersi aldığını, Arapça, İbranice ve Farsca
dersi aldığına ayrıca tanrının cemalini gördüğünü söyler. Aşık Şenlik bundan
sonraki İnternetında halk aşığı olarak İnternetını sürdürmüştür. Aşıklığının
ilk dönemlerinde yalnızca türkü söyleyen Aşık Şenlik daha sonra Aşık Nuri’den saz öğrenir.
Bundan sonra ki dönem Aşık Şenlik için en görkemli dönemdir. En ünlü beylerin, ağaların, hanların
düğünlerin baş konuğu olmuş ve dönemin ünlü aşıklarını mat etmiştir.
Aşık Şenlik döneminin en ünlüsü ve en güçlüsüydü. O aşıkların piriydi, çünkü o halk edebiyatındaki
en güzel örnekleri yazmış halk edebiyatına yeni şekiller kazandırmıştır. Çıldır
divanisi, Çıldır güzellemesi, şekil sicilleme, hayatı cıgali ternis bunlardan birkaçıdır.
Azeri Türkçe’sinin bütün güzelliklerini eserlerinde ustaca kullanmıştır. Şenlik, şiirlerinin
yanısıra edebiyat alanına da katkıda bulunmuştur.
Aşık şenlik aynı zamanda bir okuldur. Yanında birçok kimse aşıklık öğrenmiştir;
Oğlu Aşık Kasım, Aşık Mehmet, Aşık Süleyman, Aşık Asker, Aşık
İbrahim gibi.
1913 yılında Revan hanlarından birinin düğünü olur. Geleneklere göre diğer hanlardan biri toy babası
olacaktır. Hanların hikayesindeki aşıklar birbirleriyle atışır kazanan aşığın
bağlı olduğu han toy babası olur. Hanlardan biri adına katılan bala Mehmet, Aşık
Şenlik’in Latifşah adlı hikayesini anlatarak yarışmayı kazanır. Lakin diğer
hanlar ikna olmazlar. Bala Mehmet’in zorlayarak hikayenin gerçek sahibini öğrenir ve ustasını Revan’a
getirmesi için bir aylık süre tanırlar. Bunun üzerine Çıldır’a gelen Bala Memet, Şenlik’i
Revan’a götürür. Oradaki yarışmada Aşık Şenlik herkesi yener. Bunları hazmedemeyen hanlar
Şenlik’in yemeğine zehir koyarlar ve hastalanan Şenlik gümrüğe kadar gelir. Çıldır’dan
gelen oğlu babasını alıp döner. Hastalığı ağırlaşan Şenlik yolda vefat
eder.
Ölümünden bugüne hakkında 12 kitap ve sayısız makale yazılan Şenlik ne yazık ki gerçek yönüyle
halka anlatılmamıştır.
Aşık Şenlik’i efsaneleştiren sebepler?
- Doğu Anadolu ve Azerbaycan’ın en önemli aşığıdır.
- Dili Azeri Türkçesidir.
- Yurdunu milletini savaşarak savunmuş bir halk ozanıdır.
- Halk edebiyatına önemli eserleriyle katkıları olmuştur.
- Halkın içinden çıkmış bir aşıktır.
- Dil-din-halk ayrımı yapmamıştır.
- Yüksek irtical gücüne sahiptir.
- Düşmana baş kaldırışını şu dizeleriyle belirtmiştir;
Asker olan bölüh bölüh bölünür
Sandınızmı Gars galesi alınır
Boz atlar üzerinde gılıç çalınır
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
- Korkusuzluğunu da şu mısralarla anlatmıştır;
Payıdar olmaz zalim
Yiğidi neyler ölüm
İşte boynum sal kılıç
Doğruyu söyler dilim
- İnançlar saygısını ise şu güzel dizelerde ifade etmiştir;
Cümlemizin nesli birdi
Hz. Adem evladı
Yetmişiki yol gösterdi
Gösderdi Zebur Tevrat’ı
Sallını sallanı düz vada hatta
Aşkın ötesinden dilemi ketda
Yabancın deyikem gur haletdeme
Diyen Aşık Şenlik’in neden sevildiği ve büyük bir aşık, büyük bir insan olduğu açıkça
anlaşılıyor...
AŞIK ŞENLİK
Süregel sancağı yalnız gılıftır
Akbaba bu işe müştah oluftur
Minbeşyüz çıldır hazır geliftir
Geçip başa candan serbe sergeler
Kazak Borçalı ‘da dava düzerler
Teke’ye Türkmen’e kağız yazarlar
Onlar da cenk günü üstten hazırlar
Biri min adama barabar gelir
Bir kağız yazmışam Cela -i Kürde
Ozaman cevap ver merdoğlu merde
Şehsenmin pür silah hazır bir yerde
Yeriyif Kürdistan külli var geler
Aşık Şenlik başka bir şiirinde de şöyle der;
Ehli İslâm olan eşitsin bilsin
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
İsterse Uruset ne ki var gelsin
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Guşanın gılıcı giyinin donu
Gavga bulutları sardı her yana
Doğdu koç yiğidin şan alma günü
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Asker olan bölüh bölüh bölünür
Sandınız mı Gars galesi alınır
Boz atlar üstünde gılıç çalınır
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Kavga gönül namert sapa yer arar
Er olan göğsünü düşmana gerer
Cemi Ervah bizle meydana gider
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Hele Al-Osmanın görmemiş zoru
Din gavreti olan tedarik görün
At tepin, baş kesin, kazağ’ın kırın
Can sağ iken yurt vermeyiz düşmüna
Ben esferdir bilin Urus’un asli
Orman yabanisi balıkçı nesli
Hınzır sürüsüne dalıp kurt misli
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Şenlik ne durursun atlara minin
Sıyırak gılıç düşman üstüne sürün
Artacaktır şanı bu Al’Osman’ın
Can sağ iken yurt vermeniz düşmana
Aşık Şenlik’in Rus generaline söylediği şiir
Zurzuna (Çıldır) Sovyetlerin işgalindeyken çevreden halk aşığı Şenlik’in namını
duymuşlar. Rus yetkilileri kendi aralarında bir toplantı yaparak Aşığı çağıralım
şiir okutmayı karalaştırmışlar. Eğer taraflı olarak Ruslara övgü bir tutum içine girerse
cezalandıralım. Türkleri ve Türkiye’yi isterse ödüllendirip serbest bırakalım demişler...
Aşığı davet ederek şiir okumasını istemişler. Aşık Şenlik başlamış
okumaya...
Hulusi kalbimden bilsen fikrimi
Men Allah’tan Al Osman’ı isterem
Merhamet sahibi rahmani gani
Nesil Mürsel Hükmü hanı isterim
Süleyman mülkünde ber karar duran
Muhammet vekili makamı nuran
Hıfzının ezberi Ayeti Kuran
Salavatı ol süphanı isterim.
Emri hak yedinden çekilmiş kalem
Varmış bir ettiğim yetişti belam
Hükmünde saltanat mülkünde alem
Divanı şevketi şanı isterim.
Sultan Hamit-Şahım şahlar serveri
Dilinde selavat zikiri ezberi
Kaftan kafa zikri zeminden beri
Hüküm etmeye birce onun isterim
Gam günüdür bu sefil Şenliği’in şadı
Çıkmıyor gönlümden Al-Osman’ın adı
Gitmiş dünyanın lezzeti tadı
Mahşer günü bir mekan isterem
Bu şiir okuduktan sonra da bir bayatı (Segah) ezgi söyler...
Payıdar olma zalim
Yiğide neyler ölüm
İşte boynum Sal kılıç
Doğruyu söyler dilim...
Aşık şenlik bu sözleriyle öfkenin yanı sıra mertliğinden dolayı da beğeni toplamıştır.
Gerçek halk ozanı, halk kurtarıcıları ve gerçek bir vatan severe, Aşık Şenlik en iyi örnek
olurdu sanırız...
Maksut Feryadi
Türkiye`de birçoklarının adını bile duymadığı Aşık Maksut Feryadi, gönül verdiği
aşıklık geleneğini dünyaya tanıtıyor. Anadolu`daki aşıklık geleneğinin en
iyi temsilcilerinden olan 43 yaşındaki Aşık Maksut Feryadi, bir buçuk yıl önce dünyanın en iyi
üniversiteleri arasında sayılan Harward`a davet edildi. Üniversiteye bağlı New England Konservatuvarı`nda
okuyan yüzlerce yabancı öğrenciye 22 gün boyunca ders veren Feryadi, Türkiye`deki aşıklık geleneğini
ve aşıklar atışmasını anlatarak, resitaller verdi.
16 YAŞINDA ALBÜM YAPTI
Saz çalmayı ilkokul üçüncü sınıfa giderken babasının hediye ettiği sazla kendi kendine öğrenen
Aşık Maksut Feryadi, çıraklık dönemini kendisi gibi aşık olan babasının yanında
tamamladı. Aşıkların hitap şekillerini, adaplarını babasından öğrenen Aşık
Maksut, olanaksızlıklar yüzünden ilkokuldan sonra okuyamadı. Kendini tamamen saza söze verdi. Kısa bir
sürede ünü tüm Kars`a yayılıp düğünlerin vazgeçilmez ozanı oluverdi. Daha 16 yaşındayken bir
yakınının yardımıyla İstanbul`a gelip bir ay içinde kaset çıkarttı.
Şimdilerde 13 kaseti olan Aşık Maksut, 1996 yılında Bağcılar`da açılışını
Safiye Ayla`nın yaptığı Aşıklar Kültür Evi`ni kurdu. Burada tüm Türkiye`den ozanları bir
araya getirip aşıklık geleneğini yaymak için programlar düzenledi. Ancak merkez bir yıl önce maddi
imkansızlıklar nedeniyle kapandı. Aşık Maksut`un, aşıklık geleneğini devam ettirebilmek
için yaptıkları bununla sınırlı değil. 1988 yılından beri sazını eline alıp
aralarında Fransa, Belçika, Hollanda Lüksemburg, hatta Rusya`nın bulunduğu birçok kenti kendi imkanlarıyla
ya da gelen davetlerle dolaşan Aşık Maksut, orada yaşayan Türkler`e aşıklık geleneğini
anlatıp, türküler söyledi.
AMERİKALILAR`I MEST ETTİ
Anadolu`daki aşıklık geleneğinin en iyi temsilcilerinden olan 43 yaşındaki Aşık Maksut
Feryadi, bir buçuk yıl önce dünyanın en iyi üniversiteleri arasında sayılan Harward`a davet edildi. Harward`ın
yanı sıra Amerika`daki sekiz üniversitede ayrı ayrı resitaller vererek, yabancılara hem kendi hem
de ünlü aşıkların şiirlerini, türkülerini dinletti. Dünyanın çeşitli ülkelerinden öğrencilerin
bulunduğu Harward`da misafir hocalık yapan Aşık Maksut, aşıklık geleneğini en iyi
şekilde sergilediği için üniversiteden 10 bin dolarlık para ile üstün başarı ödülü aldı.
Ödülünü yüzlerce kişinin önünde alırken kendisini izleyen Türk öğrencilerin sevinçten ağladığını
belirten Aşık Maksut, kendisini en çok etkileyen anı ise şöyle anlatıyor: "Tören sonrası Türk
öğrenciler yanıma gelip sevinci ve hüznü bir arada yaşadıklarını söylediler. Aşıklık
geleneğinden hiç haberdar olmadıklarını, kendi öz kültürlerini Amerikalılar sayesinde öğrendikleri
için üzüntü duyduklarını söylediler. O sözler beni çok etkiledi. Öte yandan üniversite hocaları 2 bin yıllık
geçmişi olan köklü bir devletin kendi geleneğinin kıymetini bilmemesine anlam veremediklerini söylediler, çok
şaşırdılar. Derslerde anlattığım bilgiler özellikle yabancı öğrencilerin çok
fazla dikkatini çekti."
Harward`lı Amerikalı müzik doktorlarıyla Konya Aşıklar Bayramı`nda tanıştığını,
eserlerini, sazını, sesini beğendiklerini anlatan Aşık Maksut, hikayenin geri kalanını
şöyle tamamlıyor: "Türkiye`deki aşıklık geleneği ile ilgili araştırma yapıyorlarmış.
Bayrama katılan tüm aşıklarla birebir görüşüp iletişim telefonlarını, yazdıkları
eserlerini aldılar. Yaklaşık 80 aşık vardı. Daha sonra memleketlerine döndüler. 6 ay sonra beni
arayıp benim şiirlerimin kendi proje içeriklerine çok uyduğunu söylediler. Dünya barışı ve insan
sağlığıyla ilgili sözlerdi. Bana koşulları, ne yapmam gerektiğini anlatınca kabul
ettim. Bütün masraflarımı karşıladılar ve beni el üstünde tuttular."
Amerikalılar`ın gösterdiği ilgiye karşı ve Kültür Bakanlığı`na kayıtlı 600
aşıktan biri olmasına rağmen, Türkiye`de hiçbir kurumdan destek görmediğini dile getiren Aşık
Maksut, "Bakanlığa kayıtlıyım ancak Amerika`ya gidişim ilgilerini çekmedi. Teşekkür bile
eden olmadı. Eğer benim yerime pop sanatçısı olsaydı, yer yerinden oynardı. İsterdim ki
o ödülü Türkiye`de saygın bir kurumdan, Kültür Bakanlığı`ndan alayım. Bu başarı herkese
nasip olmaz. Ayrıca Bakanlık sadece iki aşığa maaş veriyor. Eğer aşıklara sahip
çıkılacaksa adaletli davranılsın. Benim sazım çaldığı sürece ailemin geçimini sağlayabiliyorum."
Ödüllü şiiri ders kitabına kondu
Elde ettiği başarılara rağmen devlet kurumlarından herhangi bir destek ya da teşekkür almaması
Aşık Maksut`u üzse de, kazandığı ödüller onu ayakta tutmaya yetiyor. Cumhuriyet`in 70. yılında
yazdığı şiir Kültür Bakanlığı`nın düzenlediği yarışmada 270 şiir
arasından ikincilik ödülü aldı. Bu şiir geçen sene 6. sınıfların okuduğu Türkçe ders kitabına
kondu. Hatta bu şiir için İstanbul Üniversitesi tüm masrafları üstlenerek TRT`ye klip yaptırdı. Cumhuriyet`in
75. yılında yazdığı şiir de yine Bakanlık tarafından ikinciliğe layık görüldü.
KARS TÜRKÜLERİ
KARSIN FAYTONLARI
Gedirsen bize uğra
Ay bu Karsın faytonları faytonları
Kebabı köze doğra
İpekdi gaytanları gaytanları
Gedende uğramadın
Ay bu Karsın faytonları faytonları
Dönende barı uğra
İpekdi gaytanları gaytanları
Karsın sıra taşları
Yarın galem kaşları
Yarıma gurban olsun
Yanının yoldaşları
Yar gelip Ördehliye
Eyini köynehliye
Bibisi gızı gurban
Dal boyu şimşehliye
Derleyen : Salih ŞAHİN
PENCERENİN MİLLERİ
Pencerenin milleri ay beri bah beri bah
Açıf gızın gülleri dön beri bah beri bah
Oğlanı yoldan eyler ay beri bah beri bah
Gızın şirin dilleri gurban olum beri bah
Pencereden daş gelir
Humar gözden yaş gelir
Seni mene verseler
Allaha da hoş gelir ay beri bah beri bah
Ay beri bah beri bah
Dön beri bah beri bah
Bir men ölüm beri bah
Nanay nanay naz hanım
Çık ayvanda gez hanım
Eziz gonah gelmişem
Şeker şerbet ez hanım ay beri bah beri bah
Derleyen : Cevri ALTINTAŞ
KEMANIMIN TELLERİ
Kemanımın telleri
Gezdim gurbet elleri
Ele yadıma düştü bala
Yarın şirin dilleri
Aman yare de gelsin
Paşam yare de gelsin
Sizin yar sizin olsun
Bizim yare de gelsin
Kekliğin gözü ela
Açtı başıma bela
Yiğit ona demişem bala
Sevdiğini tez ala
Dağ başında gezerem
Gerdana gül dizerem
O yar elime geçse bala
Başın gözün ezerem
Derleyen : İsmail BAŞARAN
MARAL
Bu gelen nahır mıdır oy maral maral maral
Sararan tahıl mıdır gız mısan gelin maral
Dediler yarın gelir oy maral maral maral
Menzili yahın mıdır gız mısan gelin maral
Bu dağda maral gezer
Zülfünü tarar gezer
Dağ bizim maral bizim
Avcı burada ne gezer
Oy maral maral maral
Gız mısan gelin maral
Çimen bak çimene
Yeşil örtüye benzer
Gece girmez düşüme
Gündüz hayalda gezer
Ceylan ceylan
Zülfün dökmüş yüzüne
Ceylan salınır gezer
Sürme çekmiş gözüne
Nice canları ezer
Ceylan dağlar maralı
Gezme menden aralı
Men senden ayrılalı
Oldum bahtı karalı
(işte size kültürümüze sahip çıkmamanın bir örneği. Kaç insan biliyordu bu türkünün Kars türküsü olduğunu)
MURAT ÇOBANOĞLU
Asıl Soyadı Çobanlar olan Murat Çobanoğlu 1940ta Karsın İstasyon mahallesinde doğdu. Annesi
Lala (Lali) hanımdır. Babası, Aşık Şenlikin çıraklarından Aşık Gülistandır;
Arpaçayın Kıraç köyünden olup 1920de Kars2a yerleşmiştir. Karısının erken ölümü dolayısıyla
oğlunu o büyütüp yetiştirdi. İlkokul öğrenimini gören Murat Çobanoğlu çocukluğunda babasının
saz çalışını dinledi, ama ona özenmedi. Ancak 1951de gördüğü bir düş üzerine tutumu değişti
ve Aşık oldu. Murat Çobanoğlu Artvin, Konya, Erzurum ve Muşta yapılan yarışmalarda dereceler
aldı. Özellikle atışma dalında başarı gösterdi. Sık sık radyoda ve televizyonda- değişik
konularda- söyledi. Saza egemenliği, ulusal duygularının güçlülüğü ve kendine özgü sesiyle ilgi çekti.
Karsta Çobanoğlu Halk Ozanları Kahvesini açıp işletti. Yurt içinde ve dışında düzenlenen
bazı şenliklere katıldı. Ustası, babası Gülistan Çobanoğludur. 1968 1987 yılları
arasında çıkardığı yirmiye yakın plak ve kaseti vardır. Murat Çobanoğlu 26.03.2005
günü Ankarada tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Çobanoğlunun naaşı 28 Mart 2005
günü Karsta toprağa verildi.
Aşık Gelenek, töre ve adetini bilen kişidir. Güzellemelerde ve makamlarda aşık vardır. Aşık;
Allaha aşıktır, bir sevgiliye aşıktır. Fakat sonu Allah aşkına dönüşür. Aşıklığın
kaynağı üç türlüdür;
1- Şuaranın aşık olması
2- Usta malı ile başlayıp aşıklığın sırrına erişme
3- İlhamla, bade içerek aşık olma
Mesela Turgut Günay, Ali Kazaklı, Behçet Kemal çağlar, Orhan Şaik Gökyay ve Tanrıkulu mahlasıyla
atışan Nazım İrfan Tanrıkulu, Yuaradan aşıklığa geçenlerdir. Reyhani, Mevlüt
İhsani, İlhami, Taşlıova, Mihmani, Aşık gülistan, Aşık Latif, Aşık Muba,
Aşık Şevki, Bezirganlı, Aşık Ömer, Aşık Lütfi, Aşık abbas bu değerin
en önemli aşıklarıdır. Aşıkta haya vardır. Utanmayan haya etmeyen aşık olamaz.
Her sazı eline alan aşık değildir. İyi bir aşık usta görmeli, divan bilmeli, makam bilmelidir.
En az 30-40 usta malı söylemelidir. Kendi bölgesinin 15-20 makamını bilmelidir. Hikaye bilmelidir, halkın
her türlü isteğine cevap vermelidir. Ustasından belgesi olmayanın, aşıklığı temsil
edecek programlarda yer almaması gerekmektedir. Bu daha iyi aşık olmaya teşvik edici olur.
Murat Çobanoğlu
İnsan dedikleri duvara benzer
Hele suvakları dökülsünde gör
Gördüğün her güzele aldanma
Saç ağarsın beli bükülsünde gör
Kara toprak insanları yoğurur
Vedası geleni bir bir çağırır
Arkası kuvvetli fazla bağırır
Dostları yanından çekilsin de gör
Demek ki dünyada olur dermanın
Birgün uyanırsın geçmiş zamanın
Bazı insan der ki ben bir aslanım
Ezrayıl peşine dakılsın da gör
Çobanoğlu kulak versen sözüne
Yazılanlar mutlak gelir yüzüne
Evde bile karı bakmaz yüzüne
Hele sırtın yere yıkılsında gör.
KARS TÜRKÜLERİ
DİYELLER
Bir bağı ki guran şah da kurarsa
Dökülür gazeli soldu diyeller
Bir güzelin bahtı gara yazılsa
El toplanır hayıf oldu diyeller
Bir binanın temelini atarsan
Planlar dökdürüp bina yaparsan
Bir gün saltanattan elin çekersen
Akibet ne yerde galdı deyiller
Yandı gara bağrım yandı tuş oldu
Gezdim bu dünyanın sonu hiç oldu
Bir gün derler bu Gülistan nec'oldu
Kalmadı dünyada öldü diyeller
Aşık Gülistan Baba
YILLARCA
Akılsız baş yordu ayaklarımı
Ben kendime zulüm ettim yıllarca
Dost gönlü hoş olsun diye düşündüm
Hatır için hasta yattım yıllarca
Saygı duydum dışı parlak olana
Kucağımı açtım kapım çalana
Bel bağladım her yüzüme gülene
Bataktan batağa battım yıllarca
Yemekte soframa kurulanlara
Dostluktan dem vurup gerilenlere
İnsanlık kürküne bürünenlere
Kapı açıp palto tuttum yıllarca
Seçmişim dikenin en berbadını
Feryadi'yim gül koymuşum adını
İnan önce farketmedim tadını
Bal sanarak zehir yuttum yıllarca
Aşık Feryadi
HASRETEM GÜZEL MAH CEMALİNE
Hasretem güzelin mah cemalına
Bahdınca cananı gözler gözlerim
Bu yara sinemi yedi pitirdi
Ah çeker dermanı gözler gözlerim
Kahpe felek zehir kattı aşıma
Öz özüme dolandırdım işime
Kader neyse o geleceh başıma
Tek Hak'tan fermanı gözler gözlerim
Gülistan'am başka yeri neylerim
Bağmansız bahçayı bağı neylerem
Kurtarmayan servet malı neylerem
Son günü İmanı gözler gözlerim
Aşık Gülistan Baba
|
 |
|
|
 |
Şeref TAŞLIOVA
Aşıklık geleneği Türk milletinin var oluşundan günümüze kadar gelen en önemli sanat dalıdır.
Güzel sanatlarımızın en renkli, gönül okşayan, insana moral, yürek, gayret veren; sevgiyi, hoşgörüyü,
insani yaklaşımı en iyi biçimde anlatan, kulaklara hitap eden ve gönüllere silinmez şekilde yerleşen
ata yadigarı bir mirastır. Gittiği her yere kendisiyle birlikte geleneğini de götürmüştür aşık
geleneğini bize miras bırakanlar. Ozan olmuş, kam olmuş, Bahşi olmuş, Aytışçı
olmuş, manasçı olmuş ve neticede Aşık olmuştur. Ama bunlarının hepsinin kaynağı,
suyun gözesi gibi halkımızın kültürü içinde arı duru akıp gelmiştir. Bu pınarların
gözesinden Türk dili akar. Bu dil nesiller üzerine şiirler ortaya çıkarır. Bu güzel bir köy kiliminin, el emeği
alın teri, göz nuru ile tezgahında nakış nakış olur. Kimisi, allı, kimisi boz, kimisi beyazlı,
morludur. Netice temeli koyunun sırtındaki yündür. Kim iyi taramış eğirmiş, boyamış,
dokumuş ortaya sermiş ise, göze en güzel o görünmüştür. Şiirde aşıkların sazlarından
terennüm ettikleri havalar da aynen bunun gibidir.
Yüzyıllardır bir temel oluşturmuştur. Şiirler birkaç bin yıl dönem geçirmiş, yazının
icadından önce müzikle insanların birbirlerine ulaştırılmasına sebep olmuştur.
Günümüzde azalmasına rağmen bir çok yaşayan aşığın, biliyorum demesine rağmen, bilmesi
mümkün olmayan öyle güzel havalar ve sözler var ki bunlar; bugün tarihi çok eski olan antika eserlerin müzelerde az sayıda
tutulduğu gibi, yok olmaya yüztutmuştur.
Aşıklık geleneği arz-talep şeklinde tecelli ederdi. Eğer değer görürse halkta talep eder.
Aşıklık geleneğinin temelinde ilham olduğu için usta çırak ilişkisi en baş sırayı
tutar. Mevlana da Mesnevi, Yunusta ilahi, Kul Mustafa`da destandır. Sümmani`de muamma olarak ün veren, hiç kuraklık
İnternetayan dört mevsimi güzel Anadoludadır. Bu gelenek ki ; Beşikte bizi uyuttu, mani oldu, ninni oldu. Analarımızın
o mübarek dudaklarından bal gibi aktı.
Bence aşıkların üstadı analardır. Geçmişe baktığımız zaman Türkmen uşağı
Yunus Emre, Hacı Bektaş Veliden nefeslenmiş ama Mürşidi Taptuk Emrenin kapısında yoğrulmuştur.
Hz. Mevlana Celalettin Rumi gibi deryanın bile, Şemsi Tebrizi görmeden gönül pınarları akmamıştır.
Aşıklar kimine göre üç türlü, kimine göre iki türlüdür. Bence bir türlüdür. En iyi şekilde aşıklık
geleneğinde kendi ilham gücü ile ustalarından ve halktan aldığı talim ve eğitim standartlarının
önemli yeri vardır. Hacı Bektaş-ı Velinin dediği gibi,Eline, Diline, beline sahip olmuşsan,
teline, yoluna, haline, ergenliğine varmış, kemale ermişsen aşıksındır. Aşıklık
bir nevi çiledir, sabırdır, ızdıraptır.
Şeref Taşlıova (Devlet Sanatçısı)
Arzu iplik sevgi nakış
Ördükçe güzel görünür
Gönül gözü ile bakış
Gördükçe güzel görünür.
Zaman ince esen yeldir
Hayat ağaç günler daldır
Mutluluk uzunca yoldur
Vardıkça güzel görünür
Tatlı söz dil arasında
Diken var gül arasında
Hatıra yıl arasında
Durdukça güzel görünür
İnsanı yaşatan hava
Tatlı sözdür derde deva
Herkes hayalinde yuva
Kurdukça güzel görünür
Şeref der ki başka yandan
Kervanım ayrıldı handan
Seven sevdiğini candan
Sardıkça güzel görünür.
Kağızman da 1893 yılında doğmuş ve yine Kağızman da 1918 yılında vefat etmiştir.
İçli bir halk şairi olan Kağızmanlı Hıfzının en yaygın şiiri SEFİL
BAYKUŞtur.
Bunun dışında tabiatla söyleşileri oldukça önemlidir. Sade bir dille söylediği meşhur çiçekler
şiirini şu dörtlükler tamamlar gibidir.
Doldu feleklere feryadü figan
Ne zalim çağrışır gelen durnalar
Adam mı dayanır, can mı dayanır ?
Gelin daş demir delen durnalar.
Yaralı yorgunlar geldi yetişti
Oldu katar katar çaldı çağrıştı,
Eyvah getdi bulutlara karışdı
Sesi kulağımda kalan durnalar
Sefil durnam bizim dilden kanamaz
Ağırdır gölgesi dala konmaz
Şahandan havfeder yere inemez
Eyler dil şehrini talan durnalar.
Gözler bu meraktan dolukur ağlar
Gözümün yaşından yarılır dağlar
Döğer sinesini göğerir bağlar
O çalıp çağıran çalan durnalar.
Mevlam bene bir çift kanat vereydi
Yorgun HIFZI durnalara ereydi
Hasret gözler belki yari göreydi
Dost köyünden geçer iken durnalar...
Hani ya! Bülbül gibi şakıyan; aşkı gözlerden okuyan dillerin hani? Hey gidi onbeş yaşın
Suna'sı hey! Toprağa girecek yaş mı bu
Varıp türküye sorsan "Ey türkü nedir bu Sefil Baykuş öyküsü... Neyin nesi bu Suna kız". Türkü dillenir. Öyküler
meseleyi.
Recep derler bir genç vardı, Kars'ın Kağızman'ında Recep'in babası Ağa Dede adlı bir
rençberdi. Oğlunun okuma-yazma yaşına gelince, Hafız Lütfi Efendi'ye yolladı onu. Eskiden nerde şimdiki
okullar. Varsa yoksa medreseler. İşte Recep'te gözlerini Hafız Lütfi Efendi'nin medresesinde açtı çevreye..
Sesi güzel olduğu için de hocası onu çok seviyordu. Recep oniki yaşına gelince, medresede ders vermeye
başladı. İyi, hoş ama, Yaşının da ergenliğe geçiş dönemi: Öğrenciler arasında
kızlar da var. Hele bunlar arasında emmisinin kızı Suna var ki, bir içim su.. Suna da onun yaşlarında,
çocuk daha. Ama, Recep'in ilgisini anlıyor. İçten içten de boş değil Recep'e. Recep derseniz günden güne
tutuluyor Suna'ya. Uykuları kaçar oluyor, rahat, huzur hak getire. Medreseyi terkedip, dağlara düşüyor. Elinde
sazı, çalıp; söylüyor. Yaktığı türküler de hep Suna'nın üstüne. derken, mesele Recep'in babasının
kulağına gidiyor. Babası olgun adam..Varıp Sunâ nın babasına açıyor konuyu. "Valla kardeş
durum böyleyken böyle bizim oğlan deli divana. Dağlara düştü. Suna der de başka birşey demez....
Allah kısmet etmişse, baş-göz edelim çocukları. Elin akıllısından, bizim delimiz iyidir"
diyor.
Suna'nın babası dinliyor kardeşini. Sonra da: "İyi ya kardaşım. Anşa evdeyken, Suna'yı
nasıl veririm. Elalem ne der. Büyüğü dururken, küçüğünü verdi. Törelere karşı geldi demezler mi?
Suna olacağına, Anşa olsun" der. Recep'in babası ilkin hık-mık eder, sonra da: "Gençtir. Çabuk
unutur. EI kızı geleceğine, Anşa olsun" der. Eee devir eski devir, töreler baskırı. Emmioğlu,
emmikızıyla evlenecek. Onunda ilkin büyüğü gelin olacak. Kim ne der. Haber Recep'in kulağına gelince,
vurulmuşa döner... Ama, ağzını açıp da babasının kararına karşı gelmek ne
haddine, boynunu büküp oturur. Suna derseniz, olanlardan habersiz. Ona kalsa, ömür boyu bekleyecek Recep'i. "Anşa evlenir
giderse sıra bana gelir. Bende Recep'e varırım" hesap ediyor Suna. Ama, iş açığa çıkıp
durumu öğrenince iki göıü, iki çeşme Suna'nın. Ağlamak için kenar köşe anyor. Sonra da iki elinin
arasına alıyor başını. Haykıra haykıra ağlıyor. Başka da birşey gelmiyor
elinden. "Hayır Recep beni istiyor, ben de Recep'i" dese, kim dinler. Üstelik elaleme rezil olur. Babasının
anasının da yüzüne bakamaz. Boynunu büküp bekliyor.
Uzun sözün kısası, Recep'le Anşa'nın düğünü yapılıyor. Başgöz olup çekiliyorlar evlerine.
Ama, nerde Suna; nerde Anşa. Recep'in gönlü illaki Suna diyor. Kimseye belli etmek istemiyor. İçini türkülerle döküyor,
dertli dertli çalıp, türküler yakıyor Suna'ya. Gece gündüz demeyip, dağ-bayır; ova yayla dolaşıp
duruyor. Medreseyi de, hafızlığı da bırakıyor... Bir tek "Hıfzı" takma adı kalıyor
hafızlığından. Türküleri de dilden dile dolaşmaya başlıyor. Duyan duymayana; bilen bilmeyene
söylüyor.~Kağızman'lı Hıfzı'nın türkülerini.
Suna derseniz içine kapanık. Arada bir ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı'yı. O kadar!.. Onda
da dertlenip dönüyor eve. İçine atıyor hep. Hıfzı, Suna'yı alsa kaçsa; töreler! hlâki babasının,
emmisinin şerefi. Bakıyor oluru yok, Sunâ sız yaşamak zor, çareyi gurbette anyor. "Alır başımı
giderim. Olaki unuturum. Gözden ırak olan, gönülden de olurmuş" diye teselliyi gurbette aramaya çıkıyor.
Babasına da geçimi sebep gösteriyor. "Baba bu geçimle iki ay baş edemez. Ben Anşa'yı alıp gurbete
gidiyorum. Üç-beş kuruş biriktirir döneriz" diyor. Babası karşı koymak istiyorsa da Hıfzı
kararlı. Çok geçmeden de yükünü sırtlayıp, yollara düşüyor. Şura senin, bura benim. Vara vara Çukurova'ya
varıyorlar. Toprağı bereketlidir Çukurova'nın diye duymuştur. Gidip bir çiftliğe yerleşiyorlar.
Ufak tefek işlerine bakıyorlar çiftliğin. Kendisi at arabasını süriiyor. Tarlaya gidip geliyor. Ekim
dikimle uğraşıyor. Anşa da, çiftlikte yemek yapıyor, ortalığı temizliyor. İnek
sağıyor. Geçinip gidiyorlar. İyi. Hoş. Ama, Suna aklından çıkmıyor Hıfzı'nın.
Unuturum diye çıktığı gurbet, daha çok yakıyor içini. Rüyalarına giriyor Suna. Derdini bir tek
kavalına anlatıyor. Anşa hiç bir şey anlamıyor. Ağzını açıp iki çift laf etmiyor
zaten Hıfzı'yla. İki yabancı gibiler evde. Bunlar böyleyken, acaba Suna ne yapar? Suna ne durumdadır?
Haberi Suna'dan verek.
Hıfzı Kağızman'dan çıkıp gurbet yoluna düşünce, Suna'nın içini de kurt kemirmeye başladı.
Eriyip akmaya başladı Suna. Yanaklarındaki on beş yaşın pembeliği, yerini, limon rengine
bıraktı yavaş yavaş. Sararıp soldu Suna. İlaçtı yatırdı boş!. . Kimse çare
olamadı Suna'nın derdine. Bir de şu var; yaşlılardan bazısı ancak evlenirse iyileşir
bu, diyor. İsteyeni de çok Suna'nın. Babası uygun birini kestirip, işini bitirdi. Kimse de Sunâ ya bir
şey sormadı. Bir yandan, sırtı kesiliyor, düğün hazırlığı yapılıyor;
öteki yandan derdine çare aranıyor Suna'nın. Küt küt öksürüyor, soğuk soğuk terliyor Suna. Kimsenin olmadığı
yerlere çekilip için için de ağlıyor. O kadar. Bir tek rüyalarda teselli buluyor. Rüyalarında Hıfzı'yı
görüyor hep. Kuş olup uçuyor Hıfzı. Gelip evin bahçesine konuyor. Sonra kocaman kanatlarını vurup
iniyor aşağı kaptığı gibi havalara uçuyor Suna'yı. Suna da kollarını kanat gibi
çarpıyor. O da Hıfzı'yla uçuyor. Dağları ovaları geçip, gözden kayboluyorlar. Sonra ılık
bir ter basıyor yeniden. Açıyor gözlerini ağlıyor ağlıyor.
Uzun sözün kısası; ince hastalık yakıp kavuruyor Suna'yı.. Gün güne de eriyip akıyor. Bir deri,
bir kemik kalıyor... Öte yandan düğün günü de gelip çatıyor... Bir yanda saz söz; bir yanda davul zurna. Yeniyor
içiliyor. Buz gibi şerbetler dağıtılıyor... Gelinlik elbisesi de çok yakışıyor Suna'ya.
Düğünün ikinci gecesinde Suna yataklarda.. Bakıyorlar olacak gibi değil, erteliyorlar düğünü. Suna'nın
son yatağa düşüşü oluyor bu. Bir daha çıkamıyor yataktan. Hıfzı'nın adını
sayıklaya sayıklaya, son nefesini veriyor. Evin şenliği, yasa dönüyor. Gelinlik elbiseleriyle koyuyorlar
mezara Suna'yı. Başına da "Murad almamış gelin" diye yazıyorlar.
Suna'nın son nefesini verdiği gece, Hıfzı sabaha kadar uyuyamıyor. Kan ter içinde dönüp duruyor yatağında.
Gözlerinde Suna'nın hayali. "tez gel" diye yalvarıyor. Gözlerini kapasa, rüyasında Suna. Sabahı iple çekiyor
Hıfzı. Sabahın erkeninde kalkıp, Anşa'ya: "Tez hazırlan memlekete döneceğiz. Zaten gurbetin
hayrı yok. Elimiz görüyor, cebimiz görmüyor. Hasretlik de cabası". Varıp çiftlik sahibine anlatıyor durumu.
Tez elden yola çıkıyorlar. Şura senin; bura benim. Günlerce yol tepip, ulaşıyorlar Kağızman'a.
Tez varıp Suna'yı soruyor Hıfzı. Ağlayarak durumu anlatıyorlar... Olduğu yere yıkılıyor
Hıfzı. Başı ellerinin arasında, saatlerce ağlıyor. Sonra sazını alıp, Suna'nın
mezarına gidiyor. Mezar taşına bir baykuş konmuş, figan etmektedir. Bir kenara da Hıfzı
çekilir.... Vurur sazın tellerine.
Sefil Baykuş - Kars-Kağızman yöresi
Sefil baykuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almazsın
Şeyda bülbül gibi dillerin hani
Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani
Aç mısın, yok mudur ekmeğin aşın
Odan ne karanlık, yok mu ataşın
Hanidir güveyin, hani yoldaşın
Hani kapın bacan, yolların hani
Kara yerde mor menevşe biter mi
Yaz baharda ishak kuşu öter mi
Bahçede alışan, çölde yatar mı
Uyan garip bülbül güllerin hani
Burda yorgan döşek, yastık var mıdır
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır
Dalın tahta duvar, önün yar mıdır
Yeşil başlı Suna'm güllerin hani
Körpe maral idin dağlanmızda
Dolanırdın solu sağlanmızda
Taze fıdan idin bağlanmızda
Felek mi budadı dalların hani
Düğününde acı şerbet içildi
Gelinlik esvabın dar mı biçildi
İlikle düğmele göğsün açıldı
N'oldu kemer-beste belleri hani
Alışmış kaşların var mı karası
Ala idi gözlerinin binası
Kocaldın mı onbeş yaşın Suna'sı
Yok mudur takatin, hallerin hani
Aç kapıyı emmim kızı gireyim
Hasta mısın halin sual edeyim
Susuz değil misin bir su vereyim
Çaylarda çalkanan seslerin hani
Yatarsm gaflette gamsız kaygusuz
Ninni balam ninni kalma uykusuz
Hem garip hem çıplak, hem aç hem susuz
Felek fukarası malların hani
Her gelip geçtikçe selam vereyim
Nişangah taşına yüzler süreyim
Kaldır nikabını yüzün göreyim
Ne çok sararmışsın alların hani
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
A1 giy allı, balam şalların hani
Daha seyrangaha çıkarmaz mısın
Çıkıp da dağlara bakamaz mısın
Kaldırsam ayağa, kalkamaz mısın
Ver bana tutayım ellerin hani
Bir kuzu koyundan, ayrı ki durdu
Yemez mi dağların kuşiyle kurdu
Katardan ayrıldın, şahin mi vurdu
Turnam, teleklerin tellerin hani
Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandım
Yeller mi savurdu, küllerin hani
Hıfzı sorar da Suna durur mu? Suna'nın cevabını da şöyle dillendirir halkımız:
Emmioğlu küsmemişim ben senden
Ölüm lal eyledi, dillerim yoktur
Eğdi kametimi, büktü belimi
Kalkamam ayağa hallerim yoktur
Haber edin kuşlar çeksin yasımı
Yuva yapsın püskülümü gesimi
Koymadılar doldurayım tasımı
Havuzdan ayrıldım, sellerim yoktur
Bende Hıfzı gibi tezden uyandım
Uyandım da taş yastığa dayandım
Aslı Hanım gibi, kavruldum yandım
Sam yeli savurdu, küllerim yoktur
AŞIK ZULALİ
Asik Zülali Kars ilimizin Posof ilçesinin Suskap köyünde bugünkü adi (Asik Zülali Köyü) 1873 yilinda dogdu. Üstün yetenekli
bir asik olan Zülali çocukluk yaslarindan itibaren asiklik geleneginin bütün gereklerini basariyla yerine getirdi. Bu konuda
bilgisini. görgüsünü gelistirdi. Asik Zülali ayni zamanda badeli asiklardandir. Kars 'ta ve çevrede usta asiklardan usul,
erkan, yol belledi. Ilk ustasi Asik Abbas'di. Asik Senlik, Asik Sümmani gibi zamanin en usta iki asigiyla görüstü, onlardan
nasibini aldi ve mutluluga eristi.
Asik Zülali, halk edebiyatinin asiklik geleneginin bütün dallarinda üstün örnekler verdi. Sözü kadar sazi da güçlüdür. Asik
Zülali, doguda kisa zamanda büyük bir üne kavustu. Istanbul'da o tarihlerde halk sairleri, sazlariyla, sözleriyle büyük kahvelerde,
kösklerde ilgiyle dinleniyor, tesvik ve takdir ediliyordu. Zülali Istanbul'da sanatini basariyla sürdürdü, hem de medreseye
devam etti. Sonra tekrar Kars'a döndü.
Gel zaman, git zaman yine gurbetin yolunu tuttu. Afyon, Emirdag derken, sonunda Eskisehir'in Çifteler ilçesini mesken tuttu.
Sazli, sözlü bir dünyada 1956 yilinin 18 Aralikta Allah'in rahmetine kavustu.
NELER VAR
Vücudun mülkünden yagmur, kar gitmez
Niçin gelmez baharimda neler var
Dogmaz tan yildizi safaklar atmaz
Günes çalmaz seherinde neler var?
Yüz bin tellal hicranimi satarlar.
Müsteriler ellerinden kaparlar.
Dertten kale, gamdan saray yaparlar,
Gelin bakin seherimde nereler var?
Ben gurbete çiktim yüzü ag gibi,
Vatan tuttum bahçe gibi bag gibi.
Takdirime dayanirdim dag gibi
Ben ne bilem kaderimde neler var?
Soran yok Zülali nedir bu suçun,
Hicran daglarinda hicranin göçün.
Hançer ile kesin bagrimi açin,
Bir bakin ki cigerimde neler var.
Şiirleri günümüze ulaştırabilmiş eski aşıklarımızdan bazıları şunlardır:
Toruni (Deruni)
XVII. Yüzyıl da yaşadığı sanılmaktadır. Aruzla da şiirler yazmış, bunlarda
Deruni, deyişlerde 'Toruni takma adını kullanılmıştır. l628'de doğduğu bilinmektedir.
Abaza Mehmet Paşa ile Şemsi Han arasındaki mücadeleyi anlattığı tarihsel destanı günümüze
ulaşmıştır. Yöre cönklerinden bir deyiş şöyledir:
Güzel köy kahrı
Yandırma dehri
Ver içem zehri
Senin aşkına
Gel geçme yandan
Olmuşam benden
Bezmişem candan
Canın aşkına
Dede Kasım
XVII. Yüzyıl sonları, XVIII. Yüzyıl başlarında yaşadığı sanılmaktadır.
Dikmelaş'lıdır. Azerbaycan ve Türk halk ozanları, o dönemde Dede Kasım'ı usla saymıştır.
Yaşamı söylencelere konu olmuştur. Bir görüşe göre Dede Kasım, Tufarganlı Abbas, Kurbani ile
Peri, Tahar-Mirze, Cihan ile Abdullah, Yaralı Masum, Aliyar, Mehdi Bey, Ali Kağan gibi türkülü hikayelerin tümünün
düzenleyicisidir. Dede Kasım'ın bir deyişi şöyledir:
Deli gönül ne yanarsın oda sen
Billah bundan hergiz sanga yâr olmaz
Bi ve fanın özü nedi(r) sözü ne
Bi ve fada gayre i namus ar olmaz.
Nazar eyle gör bu dünya nicedi(r)
Kimi bezirgândı(r) kimi hocadı(r)
Serv ağacı her ağaçtan ucadı(r)
Aslı yokdu(r) budağında bâr olmaz
Aşık Tüccari (1720-1805?)
Selim'in Tiknis (Büyükdere) köyünden Bektaşi halk ozanıdır. Yaşamı üzerine fazla bilgi yoktur. Döneminde
baş aşık sayılmıştır. Yaralı Mahmud İle Mahbut Han, Zohre Han, Eşref Bey
yaygınlaştırdığı halk öykülerinin dendir. Cönklerde şiir ve destanları vardır:
Aşağıdaki dörtlük Kağızman'daki bir cönkten alınmıştır:
Hicren orağında gam köşesinde
Geldi dert benimle imtihan oldu
Yığıldılar hicran seyircileri
Açıldı bir dükkan, bir divan oldu
Avâsl (1886-?)
Sarıkamış'ın Oluklu köyündendir. Asıl adı Hüseyin YİĞİT'tir. Deyişlerinde
yöre yaşamını. Sarıkamış'ta yapılan savaşları, halkın çaresizliğini
dile getirmiştir. Bunlar içinde Birinci Dünya Savaşı sonrasında yazdığı Sarıkamış
destanı ünlüdür.
Destandan iki dörtlük
Canlar figan eder koyma yasında
Dağlar aciz kaldı fırag sesinde
Nehameler herap oldu pasında
Kars'ı gören ne verana yetişsin
Tozanh'da kalabalık tutuştu
Ahlı selim köye velvele düşsün
Göçün önü Olukluya yetişsin
Şimdi görün ne tayına yetişsin.
Kars'ın yetiştirdiği günümüz aşıklarından bazılarının doğum tarihleri ve
mahlasları şöyledir: Şeref Taşlıova (1938-Taşlıova), Murat Çobanoğlu (1940-2005),
Mevlüt İhsani (1928-İhsani), Sefer Taşkıran (1942-Firgani), İsmail Cengiz (1928-Azeri), Nuri Çırağı
(1949-Çirağı), İhsan Deniz (1930-Şahbazoğlu).
Ayrıca Arif TELLİOĞLU, Orhan KARADAĞOĞLU, Maksut FERYADI, Emrah NAROĞLU, Ali Rıza EZGİ,
Mürsel SİNAN, Önder ERDAĞI ve Günay YILDIZ ilimizin önemli aşıklarındandır.
Maniler
Kars'ta mani söyleme geleneği günümüzde de tüm canlılığıyla yaşamakladır. Düğünlerde,
tarlada, çeşme başlarında, toplantılarda maniler söylenir. Atışmalar yapılır. Çeşitli
Türk oyunlarının özelliklerini taşıyan maniler, tarlada cift sürerken söylenen kotanlardalar zengin bir
dağarcık oluşturur. Karapapak oymağı ağzıyla söylenmiş birkaç mani:
Bulağa yağdı biyem
Islandı pallar (çamaşır) yuyan
Mehlenize goymurdun
Goynuna girdim uyan.
Bulah başı toz olar
Üstü dolu kız olar
Her ne desen gıza de
Gelin hilabaz olar
Terekeme oymağı ağzından bir mani:
Gare(n) fil dal yuharı
Dalları baş yuharı.
Men geçtim yar kapısınan
Demedi gel yuharı
Yerli Kars ağzıyla birkaç mani
Sarıkamış yolları
Eğri büyrü golları.
Mendil alim süpürüm
Balam gelen yolları
Gardaş benim neliğim
Vahamda iğnelim
Köçende koçum gardaş
Konanda kölgeliğim
Kotanlama
Toprağı kabartmada kullanılan pullukların büyüğüne yörede kotan denilmektedir. Kotan sürerken söylenen
manilere ise kotanlama, kotam sürene majgal her boynu(çifti) yönetene de hodak denir. Hodaklar zevkle çalışmak ve
gece uyumamak için kotanlama okurlar. Bu okumalar karşılıklı ve doğaçlama olur. Her dörtlükten sonra
bir ağızdan "hooooo" diye bağırılır. Kotanlamaların konusu doğa insan ilişkisidir.
Herhangi bir olay karşısında söylenir.
Hodak tarladaki taşın altından yılan çıktığını gördüğünde
Şu ağ taşı kaldırırsam.
İnce yılan Öldürürsem.
Yılan inceden öter.
İncili dağda gül biter,
Hooooooo...
Burdan bir atlı geçti.
Nah parlattı geçti.
Ellere selam verip.
Bize el attı geçti.
Hoooooo....
YENER YILMAZOĞLU
Yener yılmazoğlu 1958 yılında Ardahan’ın Çıldır ilçesinde dünyaya geldi. 6 çocuklu
çiftçi bir ailenin 4. Çocuğu olan Yılmazoğlu, ilk orta ve lise tahsilini Çıldır’da tamamladı.
Ortaokul öğrencisi iken şiirle haşır neşir olan Yener Yılmazoğlu, liseyi bitirdikten sonra
Kars’a yolu düşer. Hayatının akışı da işte burada değişir. Kars’ta
halk aşıklarının uğrak yeri olan ve bir çok halk aşığının ocağı
olan Murat Çobanoğlu’dan sazı öğrenerek çıraklığını yaptı. Kısa sürede
bütün bölgede tanınan ve girdiği bir çok yarışmada derece alan Yılmazoğlu, daha sonra soluğu
İstanbul’da alır. Yılmazoğlu bir anda Anadolu’dan göç eden gurbetçilerin aranan ozanı
olur.
Ozanlıktan beyaz perdeye de geçen Yener Yılmazoğlu, doksanlı yıllarda Anadolu kültürünü ve ozanlık
geleneğini beyaz perdeye yansıtır. Kars ve Ardahan da “Bitmeyen Kin” ve “Güneşe Merdiven”
filmlerinde baş rol oynayan Yılmazoğlu, bu başarısından sonra senaryosunu kendisinin yazdığı
“Ozan” filminde Anadolu ozanlarının yaşantısını en güzel şekilde yansıttı.
Şu ana kadar ozanlık geleneğinde, gelmiş geçmiş ozanlarımızdan farklı olarak değişik
makamları bozmadan alt yapılı “Ah çekerim” adlı müzik albümünü yaptı ve birde yönetmenliğini
üstlendiği bir klip çekti.
Kendini sürekli geliştirerek yenileyen ozanımız; Ben Anadolu'yum, Anama Layla, Köyde Galdı gibi büyük
halk kitleleri tarafından bilinen ve sevilen eserlerede imza attı. Yaklaşık beş seneden beri Meltem
Tv'de 'Sarı Tel' programının yapımcılığını ve sunuculuğunu üstlenen ozanımız,
değim yerindeyse Kars, Ardahan ve Iğdır'ın sesi olmuştur. Girdiği her toplumda Ardahanlı
ve Çıldırlı olduğunu ifade etmekten onur duyan Yener Yılmazoğlu kuşkusuz ki bölgemize büyük
katkıları olan değerli bir isimdir.
ORHAN ÜSTÜNDAĞ
1956 yılında Göle’nin Dedekılıç köyünde doğdu. 1970 yılında saz çalmaya başlayan
Orhan Üstündağ, Ardahan Değirmen köylü Aşık Kemal Deruni’nin yanında yetişmiştir.
1998 yılından bu yana kaset okuyan Orhan Üstündağ’ın Harika’da 12 kaseti vardır. Çeşitli
yörelerde, panellere bayramlara katılan aşık, 1995 yılında T.B.M.M.’nin düzenlemiş olduğu
Konya Aşıklar Bayramı’nda, Hikaye türü dalında, Türkiye birinciliği almıştır.
Katıldığı yarışma ve programlarda yirmiden fazla plaket ve teşekkür başarı belgesi
alan aşığımız, 1991’de Göle’den İstanbul’a göç ettik. 'Gölem seni özledim'
isimli yazdığı derlemeleri 1981’de Ankara radyosunda okumuştur. Şimdi ise aşıklık
sanatını İstanbul’da icra etmektedir.
Ne öğüt kar eder ne de nasihat
Herkes artık bildiğine gidiyor
Ne vicdan kalmıştır ne de merhamet
Herkes artık bildiğine gidiyor.
Şaban geçen eğlenceden gelmişti
Fatoş ile sabahlara kalmıştı
Oğlu da kendine bir dost bulmuştu
Herkes artık bildiğine gidiyor
Kimi yarı içmiş kimisi dolu
Kimi düz ovada şaşırmış yolu
Kimi türban giymiş kimi mayolu
Herkes artık bildiğine gidiyor
Kimisinin lastik olmuş çenesi
Kimisinin göbek atar nenesi
Ne kızı bellidir ne de anası
Herkes artık bildiğine gidiyor
Orhan Üstündağ’ın küskündür özü
Sinesini almış dinmez bir sızı
Babanın oğula geçmiyor sözü
Herkes artık bildiğine gidiyor.
Bugüne kadar bilinen aşıkların sayısı 2500 kadar olup, isim sırasına göre yöremizin ünlü
aşıkları şunlardır.
1 . Ahmat Mazlumi
2 . Altun Ataman (Altuni)
3 . Ardahanlı Hakkı (Sarı Hakkı Efendi)
4 . Arif Hikmet Ataman (Arifi)
5 . Bayram Denizoğlu
6 . Cafer Şanıl (Cevheri)
7 . Casim Öztürk
8 . Çetin Sinemoğlu
9 . Çıldırlı Aşık Şenlik (Şenlik)
10 . Çıldırlı Kamil-Kamil Erdoğan
11 . Çıldırlı Kul Ahmet
12 . Dursun Burhani
13 . Dursun Doğan
14 . Dursun Kaya Önder
15 . Dursun Yıldırım (Yıldırım)
16 . Fehmi Bayraktaroğlu
17 . Ferhat Aydın (Aşık Feryadi)
18 . Gülali Aydınoğlu
19 . Hafiz Öner (İkrami)
20 . Hakkı Sayılır (Hakiki)
21 . Hanaklı Mazlumi (Mazlumi)
22 . Hanaklı Mahsuni (Molla Dursun Türk )
23 . Hüdayi
24 . İskender Mert (Sefili)
25 . Kemal Yıldırım (Zarrafi)
26 . Kemal Yıldız
27 . Mehmet Çakıcı (İlhami)
28 . Mehmet Erdem (Noksani)
29 . Mehmet İşçi (İşçi)
30 . Mehmet Oktay
31 . Mevlit Sarçayır
32 . Murat Çobanoğlu
33 . Müfti Tevfik-Müfti Mehmet Tevfik Balcı
34 . Müslüm Avcı (Avcı)
35 . Nazım Aydın (Nazım)
36 . Necati Çağlayn (Hazari)
37 . Osman Naci Gürler
38 . Orhan Üstündağ
39 . Sabit Ataman (Müdami)
40 . Sabahattin Dülger (Aşık Erdemli)
41 . Selahattin Dülger (Aşık İnani)
42 . Seyfettin Çınar (Seyfi)
43 . Şemsettin Ataman (Altunoğlu)
44 . Şeref Taşlıova
45 . Tacettin Dursun
46 . Topçu (Aşık Güftari)
47 . Üzeyir (Fakiri)
48 . Vahit Köroğlu
49 . Yener Yılmazoğlu
50 . Yılmaz Şenlikoğlu
51 . Zeynel Çınar
52 . Zülali Kökten (Aşık Zülali)
|
 |
|
|
|
ARPAÇAYI AŞDI TAŞDI
İnsanoğlu, türküsüz kaldığı zaman gurbettedir derler. Türküler var, türkülerde ulus var yaşam
var. İnce yüce duygularla insan var.
Türkülerimiz, ninnilerimiz ve ağıtlarımız bir olay üzerine doğmuş. Tümünün bir öyküsü var. Tümünde
ortak olan: İnsan duygularını dile getirmesi.
Bu öykü, Kars'ın Arpaçayı ilçesine bağlı Şöregel adıyla anılan düzlük bir araziden geçen
Arpaçayı suyu ile Kar Suyu'nun birleştiği Mugan denilen yerde geçer.
Bir zamanlar Mugan denilen bu yerde bir köy varmış. Köyün varlıklı ağasının Saran adında
bir kızı varmış ki; uzun boyu ince beli, sırma gibi saçlarıyla köy yiğitlerinin düşlerine
girermiş. Saran, güzelliğinin yanısıra çok da becerikliymiş... Koyunları, inekleri sağar,
ata biner, renk renk kilimlerin en güzelini dokurmuş.
Saran'ın babasının sürüsünü güden bir çoban varmış. İsmi Han. O da uzun boylu yakışıklı,
yiğit bir delikanlı. Günlerden bir gün, Han çoban, koyunları, sağılması için ağıla
getirmiş... O günde Saran süt sağıyormuş ağılda... Derken iki gencin bakışları
karşılaşmış, gözlerinden çıkan aşk kıvılcımları gönüllerinde alevlenmiş,
birbirlerine aşık olmuşlar... Ama ne çare, kız ağa kızı... Oğlan ise garip bir çoban...
Derdini kalbine gömmüş Han Çoban, gömmüş ama, sonunda dayanamamış yaşlı ninesine anlatmış.
Yaşlı nine bu durumu Saran'ın anasıyla konuşmuş. Konuşmuş konuşmasına da
anası ne yapsın.
Yaşlı nineye, dönüp:
-"Han Çoban, yiğit namuslu bir delikanlı, Kızım Saran'a da layık, ne var ki ağa bunu duyarsa
küplere biner, bizleri yaşatmaz" demiş.
Nine de; ağayı razı edebilmek için köyün ileri gelenlerini toplayıp, ağadan "Allah'ın emri,
peygamber'in kavli" ile Saran kızı, Han çobana istemişler. Ağa önce kızmış, itiraz etmiş,
sonunda:
"Bir şartla olur" demiş. "Çobana nişan ederim ama yedi yıl kızla oğlan birbirlerini görmeyecekler.
Han Çoban yayladaki otlaktan köye inmeyecek"
"Ağanın söyledikleri Han çobanla, Saran kıza anlatıldığında, onlar: "Yeter ki sağlık
olsun, yedi yıl nedir ki, kuş gibi gelir, düş gibi geçer" demişler. Demişler ama yedi yıl bu,
dile kolay. Saran kız kardeşleriyle birlikte oturmuş dokuma tezgahına, her yıl için bir halı
dokumuş... Sonunda yedi yıl tamamlanmış yedi halı da dokunmuş. Köy halkı neşe içinde
düğün gününü beklerken, Saran, kardeşleri ve anasıyla birlikte, yedi yılda dokuduğu halıları
temizlemek için Arpaçayı'na gelip yıkamaya başlamışlar. Derken hava kararmış... Gök gürlemiş...
Şimşekler çakmış.... O sırada sel halılardan birini götürürken, Saran kız çeyizini kurtarmak
için kendini suya atmış... Bir anda suyun içinde kaybolup gitmiş...
Sonunda Saran'ın cesedini sudan çıkarmışlar. Kızını o durumda gören Saran'ın anası
bu ağıdı yakmış.
Arpaçayı aştı taştı
Sel Saramı aldı kaçtı
Üç bacının gözü yaştı
Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı
Arpaçayı derin olmaz
Akan sular serin olmaz
Sara gibi gelin olmaz
Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı
Gidin deyin Han Çobana
Gelmesin bu el Mugan'a
Gelse batar na-hak kana
Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı
Arabalar gelir koşa
Ben kurbanım kalem kaşa
Oğlan elin çıktı boşa
Apardı seller Saramı
Bir uca boylu balamı
|
|
|
 |