www.yeniarpacaykars.com.tr.tc

yazarlardan.jpg

KARS MODEL KENT OLMA YOLUNDA
Abbas GÜÇLÜ

Türkiye, enteresan bir ülke. Kars'ta adeta şoke olduk. Öyle anlar oldu ki ağzımız açık kaldı. Demek ki gidip görmek gerekiyormuş...
Okuma yazma biliyorlar mı, bilmiyorlar mı, gidecek okulları var mı, yok mu derken, onlar bizden yüksek kapasiteli bilgisayar istediler. Gururlandık.
Bir ara 500 kişilik salonda, öğrenci olanlar elini kaldırsın dedim. Yarıdan fazlasının eli kalktı. Peki içinizde kaçınız bilgisayar kullanıyor dedim. Ellerin tamamı yine havada kaldı. İyice şaşırdım. Gerçek mi, değil mi diye kafamda soru işaretleri oluşurken, Milli Eğitim Bakanı Çelik, imdadıma yetişti. Bölgedeki okulların yarıya yakınına, bilgisayar laboratuvarlarının kurulduğunu söyledi. Demek ki gelen öğrenciler bu şanslı okulların öğrencileriymiş deyip teselli bulduk.
Kars, öğrencisiyle yetişkiniyle farklı bir kent. Miniminnacık ilköğretim öğrencileri, görüşlerini öylesine güzel ortaya koydular ki üniversiteli gençlere taş çıkarttılar.
Peki Kars'ın, Karslı öğrencilerin sorunları yok mu? Fazlasıyla var. Ama onlar, bu sorunların da üstesinden gelebilecekleri izlenimi verdiler. En çok istedikleri de yurt ve burs...
Milletvekilinden vatandaşına, valisinden öğretmen ve öğrencisine kadar kendisiyle barışık bir kent.
Biraz ilgi ve biraz da destekle, fazla değil 5 yıl içerisinde, çok farklı bir noktaya gelebilirler. O heyecan kendilerinde var. Yoksulluğu ve cehaleti yenme konusunda da oldukça kararlılar.
Elbirliği ile eğer bu heyecanlarını paylaşır ve başta yüksek kapasiteli bilgisayarlar olmak üzere, ihtiyaçlarına karşılık bulabilirsek, Kars, Doğu ve Güneydoğu'nun karanlığı hızla yenen model kentlerinden biri olabilir.
Kars Kültür Merkezi'nde gerçekleştirdiğimiz Genç Bakış'ın bu haftaki konusu gazetemizin başlattığı Baba Beni Okula Gönder Kampanyası, konukları da Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik'le birlikte, Doğan Gazetecilik İcra Kurulu Başkanı Hanzade Doğan ve Yayın Yönetmenimiz Sedat Ergin'di.
Doğan, fikir babalığını yaptığı ve en önemli destekleyeni olduğu kampanyanın gerekçelerini, Ergin de yol haritasını anlattı.
Milliyet benzeri pek çok kampanya yaptı. Ama patronaj desteği en yüksek olanı, sanki bu. Hanzade Doğan, kampanyaya sadece ekonomik yardım ve yayın desteği sağlamakla kalmıyor. Bizzat içinde. "Ülkemizde öğrenim çağında olup da okuma yazma bilmeyen tek kız çocuğumuz, tek öğrencimiz kalmayıncaya kadar bu kampanya devam edecek. Ben de hep içinde olacağım" diyor.
Sedat Ergin ise kampanyanın farklı bir yönüne dikkat çekti. "Türkiye bu kampanya ile vicdan sınavından geçiyor" dedi. "Ankara'da, İstanbul'da, İzmir'de rahat koltuklarında oturanlar, Doğu ve Güneydoğu'da olanaksızlıklar içerisinde öğrenim mücadelesi veren çocuklarımızı desteklemek durumundalar" şeklinde konuştu.
Milli Eğitim Bakanı Çelik ise, devletin eğitim yükünün altından tek başına kalkamadığını, başta medya olmak üzere sivil toplum örgütlerinin de taşın altına ellerini koymaları gerektiğini hatırlattı.
Canlı yayına telefonla katılan TEV Yönetim Kurulu Başkanı Rona Yırcalı, İSTEK Vakfı Başkanı Bedrettin Dalan, ÖZDEBİR Başkanı İbrahim Arıkan ve Bilfen İlköğretim Okulu Müdürü Nurşen Kayatürk de öğrencilere ve öğretim kurumlarına önemli destekler vaat ettiler.
Doğan ve Ergin'in, yardımlar en iyi şekilde yönlendirilecek ve her kuruşun hesabı sorulacak yönündeki açıklamaları ve atılan her adımı okuyucularımızla paylaşacağız şeklindeki sözleri de güven unsurunu doruğa çıkardı.
Beyindeki ve kâğıt üzerindeki projeler, hayata geçtiğinde bazen zaafa uğrayabiliyor. Ama ta en başından beri yakından izlediğim Baba Beni Okula Gönder Kampanyası, bırakın zafiyeti öngörülenlerin de ötesine geçti.

Zeynep ORAL (Cumhuriyet Gazetesi)

Kars İzlenimleri

Kars, birçok halkın, ulus ve uygarlığın harmanlandığı bir ildi. Kör inanç ve politik ihtirasların plan ve provokasyonlarına maya olmamış bir ildi. Kendini kişiliksizleştirmek , çok renkliliğini yok etmek, farklı inanç ve kültürleri birbirine düşman kılmak, aydınlık yapısını köreltip karartmak, softalaştırmak, yobazlaştırmak için yapılan her provokasyonu boşa çıkarmış bir ildi. Aydınlığa karşı pusuya yatanlara sıçrama noktası olmamış bir ildi. Dağların koynunda 1800 metreye yakın yükseklikte, yayla serini alnı hep aydınlık kalmış bir ildi

Karsda geçirdiğim günlerde Nihat Behramın destansı kitabı , babasının özgeçmişinden hareketle yazdığı eşsiz roman Miras (Everest Yayınları) elimden düşmüyordu. Karsı çevreleyen tepeleri karlı Allahüekber Dağlarına, Soğanlı ve Sarıkamış Dağlarına, Ağrıya, Yahni Dağına, Hacı Halil Dağına baktıkça, savaşla, ölümle, acıyla, kanla, gözyaşıyla ama aynı zamanda umutla, dirençle, insanlık onuruyla, sevgiyle, hoşgörüyle, dayanışmayla , dostlukla örülmüş insanlık tarihi gözlerimin önünde canlanıyor, kitapla yaşam birbirine karışıyordu. (Hala okumadınızsa, mutlak okumalısınız Mirası Ne acı ki ben Karsta Mirası okuduğum günlerde, yazarı Nihat Behram yine 25 yıl önceki utanç verici geçmişte kalmış suçlamalarla geceyi karakolda geçiriyordu. Bkz: 7 Mayıs Cumhuriyet: Ataol Behramoğlunun yazısı.)

Ani Harabeleri


Karsın 45 km. doğusundaki Ani Harabelerindeyim. Aniyi duymamış fotoğraflarını görmemiş olamazsınız. Size Aniyi , ayakta kalmış , ayakta kalmaya direnen, can çekişen, yarısı bombalanmış gibi yerle bir olmuş öteki yarısı ha düştü ha düşecek, harap durumdaki harabeleri anlatacak değilim, Olsa olsa, onlar karşısında duyduğum acıyı, hüznü dile getirebilirim
Bir akşam önce Kars Belediye Başkanı Naif Aibeyoğluyla konuşurken, Geçmiş kültürlerin sahibi olmaz, ancak mirasçıları olur demişti

Anide duyduğum acı ve hüzün, mirasçısı olduğumuz bu hazineye layık olduğu değeri verememenin utancıyla bütünleniyordu. Biz neden bunca kötü mirasçılar olmuştuk? Neden Aninin yıkılmasına, yağmalanmasına, göz yummuştuk? Yalnız biz değil Ruslar da (1877-1918) alıp götürmüşlerdi paha biçilmez, taşları, kabarmaları, freskleri.

Bu hoyratlık yalnız Ermeni mirasına karşı değildi. Bu hoyratlık, Urartu eserlerine, Oğuz türkçesiyle ama Gregoryen harflarle yazılı kabartmalara, Bizans ya da Selçuk eserlerine , sinagog, kilise, cami, kervansaray ya da kütüphane , ayırım tanımıyordu
Karslılarla konuştuğumda bu hoyratlığın yalnız 1950lerde , politik tercih olarak sunulan, yıkın burayı, bu gavur işlerini buyruğuyla, çevre köylerde kullanılmak üzere taşların yağmalanmasıyla sınırlı değildi. Aynı zamanda rivayete göre, dün olduğu gibi bugün de herkes Anide altın arıyordu, altın bulmak için kazı yapıyordu.
Aninin yanıbaşı Ermenistan . Aradan incecik Arpaçay akıyor. Çayın iki yanından yalnız uçan kuşlar, kelebekler, koyun kuzu değil, sesler, renkler de birbirine karışıyor. Çayın öte yanında Ermenilerin taş ocağı var. Oradan çıkarılan taşlarla kendi Anilerini yeniden inşa etmeye çalışıyorlar. Katedralin replikasını yapmışlar bile

Dostluk Köprüsü


Anide insanın içini en çok acıtan, Arpaçay üzerindeki taş köprü. İpekyolu Köprüsü Köprünün iki yağı ve başlangıcı var ortası yok. Omuz başından kesik iki kol gibi Birbirine ellerini uzatmış, kesik kolları, olmayan elleri kavuşamayacak iki insan gibi Oysa 50li yıllardan önce doğan Karslılar, o köprünün iki yana kavuştuğunu çok iyi anımsıyor

Anımsayanlar ve anımsamayanların, şimdi hepsinin dileği, özlemi ayni: O köprü onarılsın. (Mostardaki biz onardık, bunu neden onarmayalım en sık duyduğum tümcelerden biriydi. )
1064de Türklerin Anadoluya geçmesini sağlayan , İpekyoluna bağlanan köprü onarılsın ve Dostluk Köprüsü adını alsın. Sokaktaki adamdan Belediye Başkanına , Mimarlar Odasından Kent Konseyine herkes bu işi amaç edinmiş!
Yerim bitti , Kars izlenimleri bitecek gibi değil Karsın bilinen ve bilinmeyen görkemli ve aydınlık yüzünü bana gösteren Doktor Cengiz Şıklıya ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Yanılmıyorsam o söylemişti:

Dünya birleşse, Aniyi yeniden yapamaz Ani birleşse, dünyayı yeniden kurar.


Image Hosted by ImageShack.us

(mail adresi ydonat@sabah.com.tr)

Ardahan'ın Hülya'sı varsa Kars'ın da Çağla'sı var

Ardahan'dan Kars'a doğru ilerlerken cep telefonumuz çaldı. Arayan, Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu idi. "Neredesiniz" diye. "Bulunduğumuz yeri" söyledik. Naif bey "tamam" dedi:
- 45 dakikaya kalmaz Kars'ta olursunuz. Ama "Kars'a gidişimiz gecikince..." Naif bey merak etmiş, yine aradı:
- Nerede kaldınız? "Tesadüf işte" dedik:
- Bir köyde durduk... Hülya Avşar'ın doğduğu köymüş... Onun akrabaları ile sohbete daldık. Naif bey "daha fazla gecikmeyin" dedi:
- Hülya Avşar Ardahanlı ise, Tamer Karadağlı, Talat Bulut, Yavuz Bingöl, Nuray Hafiftaş, Çağla Şikel de Karslı... Onun akrabaları burada... Amcası Mehdi Şikel gıda maddeleri toptancısı... Kuzeni İsmet Şikel, Sağlık Müdürlüğü'nde mutemet... İsterseniz onlara da geldiğinizi haber vereyim mi?

REFİK DURBAŞ (Sabah Gazetesi)
(mail adresi rdurbas@sabah.com.tr)

Image Hosted by ImageShack.us

Kars: Acele satılık şehir

Kars, Orhan Pamuk'un "Kar" romanıyla bir daha gündeme geldi. 1990 yılının şubat ayında, yani 12 yıl önce bu günlerde nüfusu azalan kentler üzerine bir araştırma için ben ve Ümit Kıvanç Kars'a gitmiş ve 15 gün kadar kalmıştık. Bu gezinin izlenimleri 30 Nisan 1990 tarihli "Cumhuriyet" gazetesinde Ümit Kıvanç'ın fotoğrafları eşliğinde yayımlanmıştı.
Bu yazıyı bugün tekrar okuyunca geçen 12 yıl boyunca Kars'ta pek çok şeyin değişmediği görülmekte...
Şimdi, bir "online tefrika" olarak birkaç gün bu yazıyı aktarmak istiyorum.
KARS Sabah erkenden yola çıktık Artvin'den. Bir yüzü kara kayalık, bir yüzü bembeyaz kar altındaki dağları ardımızda bırakıp akşamın dördünde Kars'a girdik Ümit Kıvanç'la. Gözlerimizin ucunda kehribar kar kristalleri. Upuzun bir beyazlıktan ansızın çıkan bir kara karanlığın kapısına dayanmanın erişilmez duygusu...
Kars, başka türlü nasıl anlatılabilir?
Kars, ilk görenler için bir ana caddeler kenti. Tek ana caddesi yok Kars'ın, bir çok ana caddesi var. İnsanlar kahvelere çekilmiş, buğulu camların arkasında silüetleri parlıyor. Dükkânların çoğu kepenklerini indirmiş. Sanki biraz sonra hiçbir canlı işareti kalmayacak duygusu yoğunlaşıyor içimizde. Bütün caddeler birbirine benziyor. Bütün caddelerde tek renk, karanlık. Ama birden bol ışıklı bir caddeye giriyoruz. Doğu'da bir kent olamaz burası. Bu caddeyi al bir Avrupa kentinin içine yerleştir. Kimse farkına varmaz, "Yanlışlıkla Berlin'e gelmiş olmayalım" diyorum Ümit'e.
Kars'ın dışarıdan görünüşü bu. Bir Avrupa kenti. Ana yol bir tarafa, yaya kaldırımında bile iki araba rahatça trafiğe çıkabilir.
Ya Kars'ın iç görünümü? Bunu yarın sabah, gündüz gözüyle göreceğiz.
Kars'ın iç görünümü akşamından daha da karanlık. Çünkü Kars, karanlığın bile terk ettiği bir kent.
Kars'ta yayımlanan yerel gazeteler "satılık ev" ilanlarıyla dolu. 5 Şubat 1990 tarihli "Serhat Kars" gazetesinde bir ilan:
"Satılık 7 takım ev. Ortakapı Mahallesi, Atatürk Cad. Bahçe içinde 7 takım ev satılıktır."
6 Şubat 1990 tarihli "Yeni Doğu" gazetesinden: "Çok acele satılık ev. Kaleiçi Mahallesi Lokmanbey Sokak'ta 3 takım ev uygun fiyatla acele satılıktır."
6 Şubat 1990 tarihli "Hüryurt" gazetesinden: "Satılık arsa. Din Görevlileri Yapı Kooperatifi'ndeki su basmanı çıkmış 218 ve 255 noluarsalar peşin ve uygun fiyatla acele satılıktır."
Evler tek tek değil, takım olarak, sokak sokak, cadde cadde satılıyor Kars'ta. Bütün Kars "satılık" levhalarıyla donatılmış.
Atatürk Caddesi'nde bir bakkal dükkânına giriyorum. Bakkal dükkânının yanındaki ev ve arkasındaki arsa satılık. Niyetim "ev" için pazarlığa girişmek değil, satış "niyet"ini öğrenmek.
Adnan Göğçe dükkânın sahibi. Ev ve arsa abisinin, o karışıyormuş. Sobanın başında oturuyoruz. Çay söylüyor bize. Dükkânda muzdan bisküviye kadar her türlü yiyecek var. Biraz sonra biri giriyor dükkâna. Bir torbaya pirinç dolduruyor, şeker, çay. Her şeyi kendi tartıp fiyatını kendi hesaplıyor. Adı Kulu Oğul, "Köylüyüm" diyor. Adnan Göğçe'ye alınan malları sadece deftere kaydetmek kalıyor. Elbet
veresiye...
Az sonra biri daha geliyor. Emekli İbrahim Aydın. Çaylar tazeleniyor. İbrahim Aydın'ın iki oğlu var. Biri Bursa'da doktor, biri Çankırı'da. O da her şeyini satıp Kars'tan gitmek istiyor. "Dokuz ay kış burası" diyor Aydın. "Bursa'da hiç olmazsa yakacak sorunum olmaz. Burada kömüre verdiğim parayla orada gül gibi geçinirim."
İyisi mi gündüz gözüyle Kars'ın sokaklarına vurmak. Bakalım hali nicedir?
YARIN: Herkes göç yolunda...

Mehmet ALTAN
(mail adresi maltan@sabah.com.tr)

Image Hosted by ImageShack.us

Kars'ta gazete satılır mı?

Karslılar'ın, Türkiye-Ermenistan sınırının açılması için elli bin imza topladığını herhangi bir gazetede okuyup, herhangi bir televizyon kanalında işitseydim, muhtemelen aldırmadan geçip gidecektim...
Habere, internette sörf yaparken sadece CNN'in web-side'ında rastladım... O haberde de vurgu gene elli bin imzaya değildi...
Kars'ın merkez nüfusu yüz otuz bin civarında... Etrafı ile birlikte bu nüfus üç yüz yirmi beş bine ulaşıyor...
Kent merkezini esas alırsanız, toplanan imza sayısı habercilik açısından daha da önem taşıyor...
Kentin, on bir yıldır kapalı olan Doğu Kapısı'nı açmak için, neden böylesine büyük ve yoğun gayret içine girdikleri, ekonomik göstergelere bakınca hemen anlaşılıyor.
Kars'ın Türkiye'nin ürettiği üretim pastasından aldığı pay binde 19... Kars'a düşen pasta dilimi neredeyse yok ya da kağıt kadar ince...
Bir hanede ortalama altı kişi yaşıyor. Bu bilgiden yola çıkınca merkezde yirmi bin civarında, kentin toplamında da altmış beş bin civarında hane var. Bu hanelerin ortalama geliri, o da eşit bölünmesi halinde, yılda dokuz yüz milyon bile değil...
Kentte sanayi yok gibi, ticaret ihmal edilir düzeyde, ağırlıklı olarak tarım, daha doğrusu hayvancılık var...
Kent tarım ağırlıklı olmasına rağmen, okur-yazar sayısı yüzde 82... On bin kişiye düşen araba sayısı ise, büyük kentlere nazaran çok düşük... Büyük kentlerde on bin kişiye yedi yüz civarında araba düşerken, Kars'ta bu oran yüz seksen sekiz...

Kars toplumsal yapısını dönüştüremediği için sürekli göç veriyor... Gene de sefaletin, işsizliğin önüne geçilmiyor... Son umutlarını Kars-Ermenistan sınırına bağlamışlar.
Elli bin kişinin imzaladığı ve Ankara'ya gönderdikleri bildirilerinde şöyle diyorlar:
"Yurdumuzun her yerinde sınır kapısı şehre bir avantaj sağlarken; 11 yıldır kapalı olan Doğu Kapısı, (Türkiye-Ermenistan Sınırı) yüzünden şehrimizin iç dinamikleri, öngörülen ticari hareketliliğin itici gücü olmaktan uzak kaldı.
Ermenistan'ın, kardeş Azerbaycan topraklarından çekilmesini en çok biz Karslılar istiyoruz. Ancak uygulanan 'ambargo' tüm bölgenin 'eşit ve hakkaniyet' ölçülerine göre özveride bulunmasını ortaya koyamadığı için Kars üzerinden sonuç almak da mümkün olmuyor ve giderek Kars yalnızlığa itiliyor."
Bildiride, külfetin "neden eşit paylaşılmadığı" da şu cümlelerle belirtiliyor:
"Ermenistan'a uygulanan vize kaldırılarak, hava koridoru açılarak; Türkiye'den Ermenistan'a yapılan ihracatın hem Sarp, hem Türkgözü, hem de İran üzerinden sağlanması için imkan yaratılarak; İstanbul ve Trabzon'dan Ermenistan'a yapılan uçak seferlerine fırsat tanınarak; 10 Ocak 2002'den itibaren Ermeniler'in Türkgözü Sınır Kapısı'ndan bandrollü vize ile Türkiye'ye girişlerinin yolu açılarak Kars'ın yaptığı fedakarlığın anlam ve önemi kalmadı."

Aslında, amacım, elli bin imzalık bir haykırışın neden bizim medyada yer almadığını araştırmak idi...
Bunu araştırmaya koyulunca, rakamlarla da sarmaş dolaş olmak mecburiyet haline geldi...
Türkiye'nin Ermenistan ile dış ticaret hacmine de baktım... 1997 yılında otuz milyon dolarlık ticaret hacmi, 130 milyona yükselmiş... Ancak bu yükselişin sebebi bavul ticareti ile üçüncü ülkelerden yapılan ticaret... Üçüncü ülke denince de ağırlıklı olmak üzere Gürcistan ve İran anlaşılmakta...
Kars ve diğer illerin payına Ermenistan ile artan ticaretten pek bir şey düşmüyor...

Yerel Gündem 21 ve Kars Kent Konseyi, elli bin imzayı duyurmak üzere 30 Haziran'da da bir miting yapmış... Bu aranışa Kent Konseyi Başkanı da olan Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu öncülük etmekte...
Yoksulluğun pençesinde kıvranan Kars'ın çilesine çare bulmak için gösterdiği gayret ve topladığı elli bin imzanın neden büyük kentlerden duyulmadığını araştırırken, durumun satılan gazete sayısı ile bağlantılı olup olmadığını da sorguladım...
Gazete tirajlarının yeni uzmanı olan Yavuz Semerci bana Kars'ta satılan Hürriyet ve Sabah sayısını verdi... Gördüm ki yedi yüz elliyi bile bulmuyor...
Ulusal basının kente saat on birden evvel ulaşamadığını da yeni öğrendim zaten...
Kaderlerini Türk-Ermenistan Sınır Kapısı'nın açılışına bağlamış olan Kars'tan elli bin imzalık bir çığlık yükseldi...
Biz bunu duymadık... Gecikmeli de olsa sizleri haberdar etmek istedim...

Zafer AKBAŞ

KARS TREND OLDU

'Alacakaranlık' adlı diziye ev sahipliği yapan Kars ise, tam anlamıyla 'trend' oldu. Çıldır Gölü'nde balık tutmak ve Ani Harabeleri'ni görmek için insanlar Kars'a akın ediyor. Kars'ın güzelliklerini Türkiye'ye gösteren Yücel, Sezen Aksu'nun "Eskidendi Çok Eskiden" adlı şarkısının klibini de Kars'ta çekti. Yöre halkı, Uğur Yücel'e şükran duyduklarını her fırsatta dile getiriyor.

GÜLSE BİRSEL (Avrupa Yakası Dizisinin Yazarı)

Image Hosted by ImageShack.us

SADECE KARS'TA

Kars tüm zamanlarının en popüler günlerini yaşıyor. KAR'ı okuyan herkes Kars'ı görmek istiyor. Söylenenlere bakılırsa şehircilik açısından çok ilginç bir kent.

Ben kitabı çok beğendiğimi, hatta bence, şimdiye kadar Orhan Pamuk'un yazdığı en iyi kitap olduğunu söylemeliyim. Ne o? Siz, "Benim Adım Kırmızı"yı sonuna kadar okudunuz mu? Yeni Hayat'ı? Efenim?..

KAR'ı sonuna kadar bayıla bayıla okuyacaksınız.

Çok lezzetli bir kara mizah var bu kitapta, belki beni oradan vurdu.

Bu arada, KAR'ı okuyanlar ikiye ayrılmış durumda: Kitaba aşık olanlar ve kitaptan nefret edenler.

Siz hangi gruptansınız?


Anadolu'nun kar küresi Kars

Ahmet Mithat Efendi'nin Paris'i de anlattığı "Avrupa'da Bir Cevelan" adlı kitabı için Fransızlar "Paris, Paris olalı böyle güzel anlatılmadı" der. Oysa, Ahmet Mithat Efendi bu kitabı yazarken, Paris'i hiç görmemiştir!.. Yazarımızın, Paris yolculuğu ardından kaleme aldığı "Paris'te Bir Türk" kitabı hakkında ise Fransızlar şu yorumu yapar: "Paris, Paris olalı böyle kötü anlatılmadı!.." Franz Kafka, "Amerika" adlı eserinin ilk sayfasında, New York'a gelen bir geminin güvertesine diktiği okuru, bir elinde bağımsızlık bildirgesi, öbür elinde kılıç tutan Özgürlük Anıtı'nın yanından geçirir! Kılıç mı?.. Özgürlük Anıtı'ndaki kadın yukarıya kaldırdığı sağ elinde kılıç değil, meşale tutmaktadır. Şu işe bakın ki, Kafka da söz konusu ettiğimiz kitabını Amerika'yı görmeden yazmıştır. Paris'i görüp de, bu kentin güzelliğini anlatan bir şiir yazmayan şair yok gibidir. Nazım Hikmet'ten Melih Cevdet Anday'a, Attila İlhan'dan Bedri Rahmi Eyüboğlu'na kadar birçok şairimizin dizelerinde kafeleri, müzeleri, Eyfel Kulesi ve ışıklı geceleriyle göz kırpar Paris... Öyle ki, Orhan Veli, Paris'te hangi sokağın, hangi sokakla birleştiğini ve köşedeki kafenin adının ne olduğunu söyleyecek kadar iyi bilmektedir Paris'i. Ne var ki, 36 yaşında ölen bu güzel şairimizin gölgesi, hayattayken bir kez olsun düşmemiştir Paris sokaklarına!.. Cemal Süreya da, Paris'e kapağı attığı ilk günlerde, yeni yazmakta olduğu bir şiiri gezdirir paltosunun ceplerinde. Altlarında sevgililerin öpüştüğü Paris'in köprülerini, dallarında sincapların gezindiği kestane ağaçlarıyla dolu parklarını ve müzisyenlerin şarkı söylerken, önlerinde açık duran çalgı kutularıyla para topladıkları metro koridorlarını dolaşan şiirin adı da şudur: "Kars"!.. Heyhat! Cemal Süreya Paris'te bu şiiri yazarken, Kars'ı hiç görmemiştir!.. Şairimiz, yaklaşık bir yıl kaldığı Paris'ten ülkesine geri döndüğünde, katıldığı müfettişlik kursunu tamamlar ve kura torbasından, içinde görev yapacağı kentin adının yazılı olduğu küçük bir kağıt parçası çeker; görevli kağıtta yazılı olanı okur: "Kars"!.. Cemal Süreya, Kars'ta görev yaparken bu kentimizi anlatan bir şiir yazar İki şiiri yan yana getirdiğinde, Kars'ta yazdığını elinden atar ve kitabına Paris'te yazdığını koyar. Aman efendim, buraya kadar gittik geldik Paris ve Kars arasında. Soluklanırken Cemal Süreya'nın şiirinden birkaç dize okuyalım: Öyle güzel ki ölürüm artık Beyaz uykusuz uzakta Kars çocukların da Kars'ı Ölüleri yağan karda Donmuş gözlerimin arası Sahi, siz hiç Kars'ı gördünüz mü? Eğer, yanıtınız "Hayır" ise, çok şey kaybettiğinizi bilin! Hani, Anadolu'daki kimi kentlerin güzelliğini anlatmak için "Doğu'nun Paris'i" derler ya, bence Kars Doğu'nun Paris'i değil, olsa olsa Salzburg'udur; bir tepeye kurulu kalesiyle Kars, bana Mozart'ın kentini anımsattı. Bu yıl ikincisi düzenlenen sanat festivalinde, 13 Ocak Perşembe günü, bir meddah olarak oynadığım sahne gösterisini sundum. Sakın ola ki "Kar, kış, soğukta festival mi olurmuş" demeyin! Her şeyden önce burası Kars!.. Yani, Antalya'nın güneşi, sıcağı ne ise, Kars'ın karı, soğuğu da odur!!! Üstelik, kış mevsiminin karanlığına, zor koşullarına karşı moral olsun diye, bu iklimin egemen olduğu birçok kentte festival düzenlenmektedir. Böylesi koşullarda yaşayan insanlara, "Soğukta sanat festivali mi olurmuş" demek, kış uykusuna yatmalarını beklemektir!.. Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu havanın erken karardığı kış günlerini, sanatla aydınlatmaya kararlı bir insan. Festival boyunca kentte kurulu sanat atölyeleri Karslılar'ın yoğun ilgisiyle karşılaştı; okullarda resim yarışmaları düzenlendi, müziğin birçok alanında konserler verildi, gösteriler yapıldı... Şairi, müzisyeni, ressamı birçok sanatçı, birikimlerini Karslılar ile paylaştı ve en önemlisi, Kars Güzel Sanatlar Lisesi öğrencilerinin konserini dinlediler!.. Evet, Kars'ta bir güzel sanatlar lisesi olduğunu biliyor muydunuz? Kışın beyaz battaniyesiyle örtülü bir kentte, gencecik parmakların dokunuşlarıyla yükselen piyano, keman, gitar sesinin sıcaklığını hiç ama hiç unutmayacağım. Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram... Edebiyatımızın bu iki güçlü kaleminin çocukluğunun geçtiği Kars sokaklarında, onları sevgiyle selamlayarak dolaştım. Kaldığım otel odasının penceresinden, havuzu donmuş bir park görünüyordu ve Karslı çocuklar buz pateni yapıyorlardı. Şarkısına klip çekimi için Kars'ta olan Sezen Aksu yeni ayrılmıştı kentten. Yerel gazeteler, çekim sırasında neler yaşandığını en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu: "Çekimlerin devam edeceği Kars Tren Garı'nda ise çekim malzemelerinin kurulduğu alanın üzerindeki çatıdan damlayan sular ilginç görüntüler oluşturdu. Set görevlileri malzemelerinin damlayan suların altında durmak zorunda kaldılar ve bazı bölmelere de kova koydular." Kar kürelerini çok severim; ne zaman bir kar küresi görsem, içine girmek istemişimdir. "Bunu ben de hep düşlerim" diyorsanız, Kars'a gitmelisiniz. Rus mimarisinin izlerini taşıyan ve akşamları üstüne giydiği ışıklı elbisesiyle kış mevsiminin tüm güzelliğini sergileyen kent sokaklarında, bir kar küresinin içinde yaşıyormuş gibi gezinmekten alıkoymayın kendinizi. Gidin ve kışın, Karslı çocukların ellerinde nasıl beyaz bir oyuncağa dönüştüğüne tanık olun. Ben, bu kenti gördükten sonra anladım; kardanadam Kars doğumlu

Sunay AKIN

Zeynep ORAL (Cumhuriyet Gazetesi)

AŞIKLAR BAYRAMI

Kars'ta kızgın bir güneş var, güneş âşık... Kenti çepeçevre saran yüksek dağlar karla kaplı, kar âşık... Akşama doğru güneş iyice alçaldığında, ortaya yayılan kızıllıkta, Hitit, Huri, Urartu, Kimmer, Gregoryen, İskit, Sasani, Bizans, Selçuk ve Osmanlı'dan esen bir rüzgâr Kars Kalesi'ni okşuyor, rüzgâr âşık, bulutlar âşık...

Nereye baksam aşk ve âşıkları görmem boşuna değil. Gönlümün gözleri, yalnız onları görüyor, onları dinliyor, onları duyuyor...
Kars'ta, Birinci Türkiye Âşıklar Bayramı var! (Yaşam sürprizlerle dolu: Bir gün önce İstanbul'da Vladimir Ashkenazy 'nin sihirli piyanosunu dinliyordum, bu akşam Kars'ta Anadolu'nun tüm birikimini omuzlamış türküleri dinlemeye doyamıyorum.)

Ülkenin her köşesinden (her köşesi demem laf gelişi değil, tam 81 ilden) gelmiş 190 halk ozanı yani, ''Âşıklar'' , Kars'ta birbiriyle yarışıyor; türküleri, atışmaları, sazı, sözü, eleştiriyi, cinası, taşlamayı, hüneri, dil ve akıl çabukluğunu gönül ve can yoldaşlığını yarıştırıyor. Evet, bu bir yarışma ama bence daha çok bir paylaşma... 16. Yüzyıl'dan bu yana süre gelen sözlü şiir geleneğinin ''Âşıklığın'' paylaşılması...

Bugüne dek bu yarışma, yani Âşıklar Atışması Konya'da yapılırmış, en fazla 50 Âşık katılırmış. Şimdi ilk kez Kars'ta yapılmasını, çok büyük bir organizasyonla titiz seçimlerle böylesi büyük bir katılım sağlanmasını, buralılar, ''Âşıklar yuvaya döndü'' , ''40 yıllık düş gerçekleşti'' diye sevinçle karşılıyor ve Kars Kültür Merkezi'nin salonunu hınca hınç dolduruyor...

Âşıklar Bayramı, yörenin en usta sanatçısı, herkesin sevgilisi, çok kısa bir süre önce 66 yaşında hayata gözlerini yuman Âşık Murat Çobanoğlu'nun adını taşıyor. Zaten şölen de onun mezarını ziyaretimizle başladı. Tüm Âşıklar ellerinde bir karanfil, omuzlarında sazlarıyla gelmişlerdi. Murat Çobanoğlu gibi Devlet Sanatçısı olan yine Karslı Âşık Şeref Taşlıova'yı dinlerken gözyaşlarını tutamıyorlardı.

Bu görkemli olayın mimarı, Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu. Onun isabetli deyişiyle ''Âşıklık, bu sözlü edebiyat, halkın içinde mayalanır; toplum bilinciyle bilenir; kültürümüzün toplumsal dinamiğini oluşturur...''

Yarışmayı izlerken, bu sözlerin gerçekliğini daha iyi anlıyorum. Güncel, sıradan bir olaydan destansı epik konulara uzanan çok geniş bir yelpazeye yayılıyor atışmalar. Şikâyet, eleştiri bol, ama başkaldırı, direniş daha da bol! Sahne ve salon birlikte soluk alıp veriyor. (Daha önce izlediğim opera ya da klasik müzik yarışmalarında, jüriyi etkilememek için izleyicilerin alkışlaması yasaktı, burada serbest!)

İlk kez böyle bir yarışmaya tanıklık ediyorum. Çok ilginç! Kafkas Üniversitesi, Karadeniz Üniversitesi, Dicle Üniversitesi ve Atatürk Üniversitesi öğretim üyelerinden, araştırmacılardan, müzik uzmanlarından oluşan jüri de sahnede. Yarışmacılar iki iki sahneye çıkıp birbirine rakip oluyor. Yarışmaya katılan 190 ozanın en genci 13, en yaşlısı 80 yaşında. Ve sıkı durun: 190 yarışmacı içinde bir tek kadın var: ( ''Bir tek'' denmez ama vurgulamak için söylüyorum:) Âşık Sarıcakız . Eskişehir doğumlu ama İstanbul'dan katılıyor. (Ayrıntılar, dönüşümde.) En çok sayıda katılım Erzurum'dan...

Yarışma on bir ayrı dalda. Kolay iş değil: Örneğin ''İrticalen Divan Dalında'', jüri üyesi bir dize veriyor, (buna ''ayak vermek'' deniyor) sahnedeki iki yarışmacı o dizeye uygun doğaçlama yapıp hem kafiyeyi tutturacaklar, hem divanı (13 heceyi) tutturacak; hem anlamlı olacak, hem de sazlarıyla aynı ölçüyü tutturacaklar, bir dörtlük biri, bir dörtlük öteki, sırayla... ''Cinaslı Tecnis dalında'' : Dörtlü koşmanın arasına yedi heceli cinas yerleştirme, kelime oyunu yapmak zorundalar. Hele bir ''Leb Deymez -dudak değmez- Dalı'' var ki, hayret bir şey: İki dudak birbirine değmeyecek.. yani kimi sözcükler, harfler (örneğin, b, m, p vs.'li sözler) kullanılmadan söylenecek ne söylenecekse... 'Kaçamak' yapılmasın diye iki dudak arasına bir toplu iğne ya da kürdan yerleştiriliyor. O nedenle yalnız ses, söz ve saz marifeti değil; akıl, zekâ, çabukluk gerektiren bir yarışma dedim başlarken...

Yarışma bu akşam sona eriyor. Ben bir gün önce Kars Sanat Merkezi'nde kurulmuş basın odasında bu yazıyı yazarken yukarıda alkış kıyamet kopuyor. Aklım orada, Âşıklarda...
En iyisi bu yazıyı Âşık mı değil mi bilmem ama, Karslı bir ozanın Kağızmanlı Sadık Miskini 'nin ''Paydos'' şiiriyle bitireyim:

''Aşkın kâfiri oldum, dine imana paydos
Dost yüzünü gül bildim, bağa bağbana paydos
Kendimin efendisi, kendimin kölesiyim
Eylemem kula kulluk şaha sultana paydos.''

Bunca başarılı Aşıklar Bayramına emeği geçen herkesi kutluyorum.

Yavuz DONAT (Sabah Gazatesi)

Image Hosted by ImageShack.us

Leyla ile Mecnun

Erzurum yolundan Kars'a girerken "üç şey" dikkatimizi çekti. Kars'ın girişindeki "bulvarın" adı: "A. Gaffar Okkan Bulvarı." Gaffar Okkan, Diyarbakır'a gitmeden önce "Kars Emniyet Müdürü'ydü." "Vefalı Kars" onun anısını Kars'ın girişinde yaşatıyor. Sonra kent girişindeki yazı dikkatimizi çekti: "Doğu'nun uygar kenti Kars'a hoşgeldiniz." Gerçekten "derlenen, toparlanan, uygar bir kent" olmuş Kars.

Dikkatimizi çeken "üçüncü şey" bir anıttı. "Yolun kenarında" Mihrali Bey İlköğretim Okulu vardı... Öğrenciler, anıtın resmini çektiğimizi görünce koşuştular. - Çocuklar... Bu ne anıtı? - Leyla ile Mecnun. Kars Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu'na sorduk: - Bu anıt neyin, nesi? - İki sebepten diktik... Birincisi, Leyla ile Mecnun bu bölgede yaşamışlar. - İkincisi? - Kars çok göç verdi... Gidenlerin yüreği "Kars, Kars" diye çarpar. Kars, Leyla'dır... Kars'tan uzakta kalanlar ise Mecnun. Gidenler, bir gün Kars'a gelirse, işte bu noktada Leyla'larına kavuşmuş olacaklar. Naif bey "duygusal" bir insan. Baktık "gözleri buğulanmıştı."

AKŞAM GAZETESİNDEN BİR YAZI

Kars'a Kar gerçekten yağdı

Orhan Pamuk'un son romanı ile adeta yeni keşfedilen Kars'ta, vitrinlerdeki iki şey göze çarpıyor:
"Er ve erbaşlara serbesttir" yazısı ile "Kar"ın afişleri Yılın 108 günü karların altına gömülen, sıcaklığın 181 gün boyunca sıfırın altında geçtiği koca bir kenti Orhan Pamuk'un son romanı "Kar"la hatırladık. Burası gerçekten de herkesin unuttuğu bir kent miydi yazarın dediği gibi?
Refik Durbaş'ı bile "Yanlışlıkla Berlin'e gelmiş olmalıyım" diyecek kadar şaşkınlığa düşüren Kars'ın sokaklarında sıra sıra dizilmiş süpermarketler, esnaf lokantaları, çayhaneler, berber ve mandıralar düşünün. Her birinin vitrininde "Kelle paça bulunur", "Er ve erbaşlara serbesttir" gibi yazılar dikkat çekiyor. Bir de "Orhan Pamuk, Kar" büyük boy ilanı...

YOKSULLUK AÇIKTA
"Kar" romanının çok satması sonrası, gezginlerin de dikkatleri Doğu'nun Paris'i diye adlandırılan bu kent üzerine çevirildi. Aylık Gezi Dergisi de son sayısında Kars'ı kapak yaptı ve Hande Öğüt'ün kalemenden kenti anlattı. Karın hiç durmadan, büyük bir istekle yağdığı kentte bir iki yıkık bina sıyrılıyor beyazlığın arasından. Gerisi bembeyaz ve uçsuz bucaksız ovadan başka bir şey değil. Kars'taki kar kusurları örtüyor, hataları bağışlıyor ve her şeyi anlamlandırıyor. Saf ve güzel bir yanı var. Ama karın örtemediği bir şey var ki o da yoksulluk. Kentlilere sorarsanız, Kars modern ama yoksul. Öyle modern ki, çağdaş yaşamı yakaladığı tasarımıyla da şaşırtıyor. 150 yıldır benzersiz dokusunu, 8 caddeden oluşan ızgara planına dayalı olarak koruyor.
Kar'ın kahramanı Ka'nın dününü ve bugününü irdelediği kent, en son 80'li yıllarda yapılan bir haberle dikkatleri üzerine çekmiş. Orhan Pamuk'un kitabında anlattığı gibi küçük bir ofiste hazırlanan yerel Serhat Kars gazetesinin sürmanşetten attığı başlıkmış, ses getiren: "Kars, 50 milyara satılık". Gazetenin sahibi Fikri Durgun'a sorarsanız, o yıllardan bugüne hiçbir şey değişmemiş, kent hâlâ toparlayamamış kendini. Iğdır ve Ardahan'ın ayrılması, devletin de Kars'a 'analık' gözüyle bakması, bir de Karabağ olayı...
Kentlinin kendince attığı adımlar da yok değil. Kars'ın girişinde bir pano. Üzerinde "Kars ile ABD Albany kardeş kent olacak" yazıyor. Ermenistan'ın Gümrü ve Azerbeycan'ın Gence kentlerinden sonra sıra ona gelmiş.

YALNIZ VE SESSİZ
Çayhanelerde güngörmüş dedelerin anlattığına bakılırsa duvarları ve tavanları yağlıboya tablolarla süslü evlerde semaverler kaynar; peynirle şarap, votka içilirmiş. Sokaklar balalayka sesleri ile çınlarmış, Kars çayında buz pateni müsabakaları, bayramlarda balolar düzenlenirmiş. Aslına bakılırsa yazar Pamuk'un da anlattığı gibi 1917'de, Bolşevik Devrimi sonucu geri çekilen Rus orduları tarafından boşaltılana kadar başka bir ülkenin topraklarıymış. 40-45 yıl boyunca kente yerleşen Ruslar, Süryani, Ermeni, Yezidi ve Almanyalılar'ın da etkisiyle yaşanmış tüm bunlar. Şimdilerde ise minübüslerinde tüplerin yakıldığı bu serhat kentte yalnızlık var...
İçeceklerin en hası çay
Halkın yüzde 70'inin hayvancılıkla geçindiği Kars'ta halk pazarları, çayhaneler, esnaf lokantaları, bonmarşeler, madıralar, aktarlar sıra sıra... Eski şehrin çekirdeğini oluşturan Kaleiçi Mahallesi, bir-iki tarihi eser dışında Kars'ın varoşu sayılabilir.
Çayhanelerde gazoz ya da başka bir içeçeğe rastlamak mümkün değil. Tek içeçek çay. Meşhur kahvaltıları ise özel salonlarda, tereyağı, bal, ekşimsi süt kaymağı, tekerlek kaşar ile mükellef bir ziyafet sunuyor. Kaz eti makbul, ama restoranlarda bulunmuyor.
Kar, burada yarı fiyatına
Kar'ı yazmak için Kars'ı mesken tutan Orhan Pamuk, Karslılar'ın diline düşmüş bir kere. Metin Traş Salonu'ndaki Faruk Bey gibi çoğu ünlü yazardan açıyor sohbeti. Anlattığına göre Pamuk, burdaki bakır pudra ve kolonya kutularını satın almak istemiş. Ama Faruk Bey, satmamış.
Yazarı takdir eden de var, "Bizde türbanlı, çarşaflı ne gezer" deyip serzenişte bulunan da. Belediye de halk kulaktan dolma bilgilerle kalmasın, okusun diye yayınevi ile anlaşıp, 1000 adet "Kar" romanı getirtmiş Kars'a, üstelik yarı fiyata.

Mahmut ÖVÜR

Image Hosted by ImageShack.us

Dört mevsim Kars

Üç yıl önce Orhan Pamuk'un 'Kar' romanıyla gündeme gelen Kars, şimdi de bir belgeselin konusu oldu. Doğunun gizemli şehri Kars'ın dört mevsimini konu alan belgeselin adı:
Uzak, Renk ve Ahenk.
Anadolu ve Kafkasya arasındaki tarihi konumuyla da ilgi çeken Kars tam anlamıyla bir kültürler mozaiğini temsil ediyor. Kars, merkeze 'uzak' da olsa farklı toplumsal 'renk'leri ' ahenk' içinde barındırmasıyla adeta örnek bir toplumsal yaşam sunuyor.
Aytemiz Petrol'ün sponsorluğunu yaptığı belgesel TRT tarafından hazırlandı. Kars'a bugüne kadar sayısız katkı sunan Aytemiz Petrol'ün sahibi ünlü işadamı İsmail Aytemiz, sanatsal bir etkinliğe katkı sunmanın heyecanını şöyle dile getiriyor: "Doğduğumuz topraklardaki kültürel zenginliği yaşatmalıyız. Bunu bir parça başardıysak ne mutlu bize..."
Belgeselle ilgili resepsiyona çok sayıda ünlü konuk da katıldı. İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu, Adalet Bakanı Cemil Çicek, Kültür Bakanı Erkan Mumcu, Kars Milletvekili Selahattin Beyribey, Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, Iğdır Milletvekili Prof. Dr. Dursun Akdemir, eski bakanlardan Mehmet Keçeciler, Oltan Sungurlu, Kars Valisi Nevzat Turhan, Belediye Başkanı Naif Alibeyoğlu ... Gecenin Karslı konukları arasında da önemli isimler vardı: Prof. Dr. Esfender Korkmaz, Prof. Dr. Bingür Sönmez, Kars Vakfı Başkanı İskender Bozdemir, İşadamları Turan Çelik ve Nuri Vatan .
Belgesel, eski bakanlardan Mehmet Keçeciler'in kızı genç yönetmen Zeynep Keçeciler tarafından çekildi.

Coşkun ARAL

Image Hosted by ImageShack.us

Yemediğimiz kazlar

Bu güzelim haberlerden sonra farklı bir konuya geçmek istiyorum. Bu defa kaz çobanlığından bahsetmek istiyorum. Yıllardır gezdiğim Anadolu'da köylerde dolaşırken, hep kaz sürüleri gözüme çarpmıştır. Onlara yaklaşırken de hep uyarılmışımdır. 'Aman dikkat, ısırır.' Niye beslendiğini de pek anlayamamışımdır. Çünkü kazı yemiyoruz. Ne bölge bakkallarında ne de kentlerde süpermarketlerde kaz eti de yok. Doğu Anadolu'daysa kaz yenmek için besleniyordu çok şükür. 70'li yılların sonunda seçim gezileri vesilesiyle gitme fırsatı bulduğum Kars yöresinde ilk kez kaz etinin tadını keşfetmiştim. Tadı damağımda kalmıştı diyebilirim. Fransa'da yaşadığım dönemde de, ülkenin en ünlü ve en pahalı ürünlerinden biriydi 'kaz ciğeri ezmesi'. Gerek ciğeri gerek tüyüyle kaz, Fransa'da çok önemliydi. Kaz çobanlığı diye bir meslek vardı. En son Haberci'nin bilgi otobüsüyle Doğu Anadolu'ya yaptığımız gezide kazı tatma fırsatını tekrar yakaladım. Kars ve çevresinde, konuk olduğumuz evlerde kaz yemekleri yedik. Konakladığımız bir benzin istasyonunda Doğu Kars firmasına ait otobüs yolcularının tümünün yanlarında getirdikleri kaz etini yediklerine şahit oldum. Demek, kazı değerlendirenlerimiz de vardı. Ancak önemli bir ayrıntı vardı. Kaz pişirmek bir bilgi, beceri ve ustalık istiyordu. Önce kaz etini dinlendirmek gerekiyor. Sonra yağını almak için bol kaynatmak. Ardından kızartıp yenebiliyor. Böylesine zahmet gerektiren bir yemeği yiyebilmek için tatları, sesleri, renkleri ayırt edecek olgunluğa sahip olmak gerekiyor. Demek biz bu yüzden kaz yemiyoruz.

Savaş AY
(mail adresi savasabi@sabah.com.tr)

Image Hosted by ImageShack.us

Orda bir doktor var uzakta...

Kars Arpaçay'ı bilir misiniz?.. Yani öyle haritadaki yerini filan kastetmiyorum. Gidip görmüşlüğünüz. Varıp konakladığınız oldu mu hiç? Askerliği orada yaptıysanız belki. Ya da iş icabı, memuriyet icabı bir süreliğine yolu düşmüşler vardır aranızda.

Köşeler
Her neyse. "Gitmeyen tazminat ödesin!" diyecek halimiz yok. Altını çizmek istediğim yalnızca şu; Memleketin öyle köşeleri, bölgeleri var ki adının anılması için ya bir felaket ya bir olağanüstülük olması lazım. İşte Arpaçay da bu türden bir yer.

Duyan var mı?
Şimdi gelelim sadede. Arpaçay'ı bilmeyen orada olup bitenden, yolundan, suyundan, ışığından okulundan haberdar olur mu? Mesela sağlık ordumuzun adsız neferleri olan bir grup genç doktorun görev yaparken nelerle uğraşıp nelerle karşılaştığını bilen duyan olur mu?